(Kaylule Kıraathanesi, 12 Ağustos 2009)
Kürt açılımı tabir olunan hamle teşhis koymadan tedavi uygulamaya kalkmak gibi bir hatayla malul. "Mesele" olan nedir, hükumet bunun net bir tahlilini yapacak zihin donanımına sahip gibi görünmüyor ve devlet adamlığını da düşe kalka, yavaş yavaş öğreniyorlar. Bu şartlarda çok cür'etkar adımlar atmalarının vahim olabileceğini hesap etmeleri gerekir, düşündüklerinden daha fazla risk alıyorlar, sadece partileri için siyasi risk değil, daha fazlası... Açılım konusundaki vehamet, sadece hükumetin gafletinden ileri gelmiyor, muhalefetin körlemesine itiraz taktiklerinden vazgeçmemesi de hükumetin önünü açıyor.
Türkiye'de mesele çözmeye kalkacak kişinin bilmesi gereken ne vardır? Devlet, rejim ve sistem kavramlarının farkı bunlardan biri. Devletin de milletin de ne olduğunu anlamakta zorlanan kişilerin ne yaptığını bilerek hareket etmesi mümkün değil. Türkiye'de devlet geleneği farklılıkları bir arada bulundurmak için uygun bir yapıda ve halkın hayat tarzı da buna uygun. Gerçek bir etnik gerilim, bir kimlik meselesi yok. Türkiye'de devletten kaynaklanan bir mesele yok. Rejime gelince, herkesin idealindeki rejim olmayabilir, ama mevcut şartlarda en azından ehven şartlarda yürütülebilecek yapı bu, gerilimin sebebi rejim de değil. Türkiye'nin sıkıntısı büyük oranda sistemden kaynaklanıyor, karşıdan bakınca "devlet" gibi görünen, ama devlet mekanizmalarının işletilme tarzından, rejimin yorumlanış şeklinden ibaret bir yapıdan… Bu yapıda ciddi aksamalar var ve tek bir kesim değil, büyük bir çoğunluk bundan şikayetçi.
Meselenin temeli yüz yıldır devlet adamı olgunluğuna erişmekte zorlanan jakoben İttihatçı zihniyeti. Çözülmesi gereken mesele bu zihniyet. Ancak burada hadisenin toz duman perdesi altında gizlendiğini görüyoruz. Bölücüler sistem hatalarını mazeret edinip devlete düşmanlık gösterirken, jakoben zihniyet de sistemin devamını sağlamak ve iktidarını sürdürmek için sistem ve devlet aynı şeymiş gibi davranıyor. Bu nokta gözden kaçınca vahim bir kamplaşma ortaya çıkıyor. Temelden hatalı olan bir kamplaşmada hangi tarafı tutarsanız tutun, doğru bir tavır göstermiş olmazsınız. Kürtlerle devlet arasında bir dava yok, Kürtlerle sistem arasında ve bölücülerle devlet arasında davalar var, bunlar birbirine karıştırılıyor. Bunu görmedikten sonra ister iktidar gibi Kürtlere sahip çıkmaya çalışırken bölücülere yakın düşen bir noktada saf tutun, ister muhalefet gibi devlete sahip çıkmaya çalışırken jakobenlere yakın düşen bir noktada saf tutun, hatadan kurtulamazsınız.
Meselenin gözden kaçan ikinci bir rüknü de, terör meselesinin veya Kürtlerin meselesinin sadece etnik vasıf taşımaması, sadece bir kimlik meselesi olmaması. Etnik kimlik söylemi çatışmayı köpürtmek için kullanılsa da, insanların gündelik hayattaki gerçek rahatsızlıkları etnisiteden çok aşiret kültürüyle ilgili. Bölgeye damgasını vuran ve büyük şehirde bile çözülmeyen bir ağa-maraba ilişkisi var, altta kalan sınıfın ezilmesine, hayattan bezmesine ve neticede isyan etmesine sebep oluyor, bu ruh hali ayrılıkçı hareketi besliyor ve onun tarafından kullanılıyor. İstediğiniz siyasi tavizi, hukuki imtiyazı verin, istediğiniz kadar bölgeye ekonomik kaynak akıtın, bu yapı değişmedikçe bu insanları mutlu edemezsiniz. Buradaki mesele bölge halkının kültürü ile ilgili olduğu için dışarıdan müdaheleyle çözülmesi çok zor, Kürtlerin kendi aralarında aşmaları gereken bir engel var ortada. Bölgede bir “kültür devrimi” yapmaya kalkmak, asimilasyon algısını şiddetlendirmekten, bölücü propagandaya malzeme sağlamaktan başka bir işe yaramaz. Hükümetin bu konuda yapabileceği, sınıf çatışmasının etnik kimlik söylemi ile perdelenmesine yardımcı olacak mazeretler üretilmesine engel olmak. Toz duman yatışırsa, etnik temalı bir söylemle insanları gaza getirip sömürüye devam etmek zorlaşır. Ancak bu konu hükumeti aşıyor ve ayrıca fukarayı savunmak uğruna ağalarla karşı karşıya kalmak da bir parti için önemli bir risk.
Etnik söyleme malzeme sağlamamak nasıl olur? Dağa taşa “Ne mutlu Türküm diyene” yazmamak, bunun bir örneği olabilir. Türk kelimesi burada Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı anlamında kullanılmaktadır ve etnik menşei ne olursa olsun kimsenin bundan alınması gerekmez, herhangi bir yere yazılmasının bir zararı yoktur. Diğer taraftan bu sözün kafaya çakar gibi her yere yazılması da şart değil. Yazdığınız zaman bölücüler mazeret olarak kullanıyor, yazılmasın dediğiniz zaman da jakobenler ayaklanıyor. İncir çekirdeğini doldurmayacak bir tartışma olsa da, sükunete varması için partilerin bir arada ve olgun bir şekilde hareket etmesi gerekiyor, bu ortam sağlandıktan sonra ise yazsanız da yazmasanız da mesele olmaz.
Sistemin sembolik ifadeleri abartılı bir şekilde benimsemesinden ve bunların tartışılmasını bile tabu olarak görmesinden daha ciddi olan mesele ise, rejimin kendini ifade ve varlık sebebini izah konusundaki sıkıntıları. Devlet algısında bir kırılma mevcut. Rejim kurulurken memleketin gerçekleri belli bir oranda dikkate alınsa da, işletilirken çok basiretli davranılmadı. Gerçeklerinizden kopmaya başladığınızda, sadece zihninizde cereyan edecek, bir hakikate dayanmayan meselelere de kapı açmış oluyorsunuz. Türkiye Cumhuriyeti Devleti, Osmanlı Devleti veya Selçuklu Devletinden ayrı bir devlet değildir, devlet sadece ismini ve rejimini değiştirmiş, varlığına devam etmiştir. 1908'de rejim değiştirmiş, ama ismini değiştirmemişti. 1923'te ikisini birden değiştirdi, ama bayrağını ve resmi dilini değiştirmedi. İsim değiştirmekle, rejim değiştirmekle bir devlet başka bir devlet haline gelmez. Ne var ki İttihatçı kadro, on senelik hatalarından sıyrılmak için İttihatçı ismini bıraktıkları gibi, iktidarlarını pekiştirmek için Osmanlı-Cumhuriyet zıtlığı tarzında bir illüzyon oluşturdu. Cihan Harbinde mağlup olan bir devlet ve İstiklal Harbinde muzaffer olan başka bir devlet yok. Bu hakikati gizlediğiniz zaman, devletle ilgili herhangi bir şeyi izah etmeniz zorlaşıyor. İslam gerçeğini göz ardı etmeyi, inkâr etmeyi buna eklediğiniz zaman işiniz daha da çıkmaza giriyor. İnsanların devleti benimsemesini, sahip çıkmasını zorlaştırıyorsunuz.
Osmanlı'nın söylemi netti: klasik dönemde "bu devlet Müslümanların devletidir" ve Tanzimat’tan sonra da "bu devlet Osmanlıların devletidir" şiarı cariydi. Peki Türkiye Cumhuriyeti kimin devleti? El-cevab: Türklerin. Peki kim bu Türkler? El-cevab: Türküm diyenler. Peki demiyorlarsa? Döve döve dediririz. Bu mudur? Bu değildir. Türk kelimesini birbirinden farklı manalarla kullanıyor insanlar, bir kısmı etnik anlamıyla kullanırken, bir kısmı vatandaşlık bağını kastediyor. Hangi formülde hangi anlamın kastedildiğinin net olmaması kafaları karıştırıyor. Birinci manasıyla Türk, esas itibariyle Oğuzlar ve ayrıca muhacir olarak Türkiye'ye gelen Kırımlılar, Türkistanlılar vs gibi diğer zümreler demek. İkinci manasıyla Türk: eskiden Osmanlı deyip işin içinden çıktığımız, şimdi ise ne diyeceğimize karar veremediğimiz kişiler demek. (Mahmut desek olur mu?) Şimdi kritik noktaya geldik: rejim kurgulanırken bunların hangisi kastedildi, Türkiye Türklerindir derken bunlardan hangisini kastediyoruz? Türkiye devleti Oğuzların devletidir dersek, Süryanileri veya Fellahları neyle izah edeceğiz? Bunlar ikinci sınıf vatandaş veya esir mi? Böyle olmadığı aşikâr. Osmanlı Devleti etnik anlamda bir ulus devleti değildi ve Türkiye Cumhuriyeti de bir etnik ulus devleti değil. Etnik ulus devleti fikri, cihan devleti fikriyle çelişir, Türk milletinin geleneğiyle, töresiyle de çelişir. O zaman ne diyeceğiz, Türkiye Osmanlılarındır mı diyeceğiz? Diyemeyiz, bir kere artık Osmanlı diye bir şey yok, Osmanoğlu hanedanıyla birlikte bu isim de tarihe intikal etti. İkincisi Osmanlı deyince İttihatçılar kızıyor. Ne dersek diyelim, Türkiyedeki devletin devamlılığını göz ardı ettiğimiz sürece, etnik söylemi kullanarak ortalığı karıştırmaya çalışanlara malzeme vermeden bir şeyler söylememiz zor. Bunun yanında, din ortak paydasını telaffuz etmekten vebadan kaçar gibi kaçtığımız sürece, insanları rahatlatıp bu devletin kendilerinin devleti olduğunu anlayacak bir zihin selametine erişmelerini sağlamamız müşkil. Bu tür konular hükumeti çok aşıyor. Tek başına risk almakla hükumet hata yapıyor, hata yapmasına engel olmak üzere yanında yer almamakla muhalefet de hata yapıyor. Ayrı ayrı hareket ettikleri takdirde meselenin derinliği ikisinin de boyunu aşıyor.
Allah sonumuzu hayreylesin..
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder