https://twitter.com/s_simityan/status/1170726705784336385
güzel bir zincir, ama katılmıyorum...
bunun bildiğimiz taşrayla, hatta varoşla bile, bir alakasının olduğunu düşünmüyorum, bu daha çok referans çerçevesinin olmamasıyla alakalı gibi görünüyor. sosyal medya burada gizli olanı aşikar kılmaktan daha mühim bir rol oynuyor olabilir. birikimi, geleneği olmayan sanal bir çevrede sosyalize oluyor çocuklar, bir tür çöplük gibi, kaotik bir veri akışı, herhangi bir çerçeve kurmaya müsaade etmiyor, bir tür "avcı-toplayıcı" gibi kendi 'survival' becerilerini geliştiriyorlar.
taşralı bir şehirlidir, ama periferde kalan bir şehre mensuptur. gayet güzel değer üretebilir, "asitaneyi" besleyebilir. misal: beş şehir, altıncı şehir ilh.
r. ivedik ve taşra arasında bir alaka yok, varoş belki. ama bu videodaki kızceyızla r.i veya varoş arasında bir alaka olduğundan da şüpheliyim.
görgüsüzlük, geleneksizlikten kaynaklanıyor olsa gerek. sınırlara değer atfetmek için, bunlara değer veren bir toplulukta yetişmiş olmak gerekiyor.
sembolik de olsa saldırgan bir tavır dışında kendilerini ifade yollarının olmadığı gibi bir hipotez denenebilir. yapmak daha zor ve yavaş, yıkmak hızlı ve kolay, bunun cazibesi de olabilir.
türkiye'nin problemleriyle küresel trendleri birlikte ama ayrı ayrı değerlendirmek lazım, modernizasyon, sanayileşme, şehirleşme başka ülkelerde nasıl sonuçlar vermiş, bunlara bakmak lazım.
türkiye için beşir ayvazoğlu'nun arabesk kavramı etrafında gezen güzel okumaları vardı, daha önce göz atma imkanınız olmadıysa.
"şehirli değerleri", hatta köylü veya taşralı değerleri yeniden üretmeye katılabilmek için sosyalizasyon tezgahından geçmek lazım. kalabalık ve hızlı göç bunu imkansız kılıyor. köylü kalamayan, şehirli de olamayan boşluklarda yeni bir alt kültür ortaya çıkıyor ve merkezle kavga edebiliyor. ama bu kızın veya benzerlerinin işaret ettiği problem bundan başka ve muhtemelen çok daha ciddi, bir sosyal çevre içinde almaları gerekenleri almak hususunda akran grubu ve dijital dünyanın insafına kalmış bir nesil var gibi görünüyor.
Ceride
Zâbıt-ı efkâr ü ahvâl ve Mirât-ı hiss ü hayâl
8 Eylül 2019 Pazar
15 Temmuz 2018 Pazar
ölmek ve yaşamak - 15.07.2016 / tw
o gece herkes sokaktaydı, daha erdoğan'dan bir haber yokken kısıklı ana baba günüydü, köprü kilit vaziyetteydi
genci yaşlısı, kadını erkeği, akıllısı delisi sokaktaydı, sarhoşu, numunelik de olsa gezicisi, sarıklısı, selamsız ahalisi sokaktaydı
7/24 erdoğan'a söven ülkücüler sokaktaydı
kulaklarının dibinden kurşun geçti, dağılmadılar, mevzilendiler, yuhaladılar, kalktılar
kimse canının hesabına düşmedi, tanklarla güreştiler
minarelerden ruh gibi yayılan selaların bedeniydiler adeta
o gece bu milletin zamiri, öznesi, ta kendisi sokaktaydı, hiçbir şeyde birleşemeyenler o gece bir araya geldi
ister milletin irfanı deyin, ister sezgisi, ister tercihleri; o gece bu millet iradesini gösterdi, kim olduğunu, ne istediğini söyledi
kendinizi "bu ülke'ye" ait hissediyorsanız, bu ülke budur, bunu bileceksiniz, kabul edeceksiniz
siyasetçilerin, partilerin, zümrelerin hataları olabilir, sevmeyebilirsiniz, paylaşmayabilirsiniz, karşı çıkabilirsiniz, eleştirebilirsiniz
ama o gece sokakta olan ruha karşı iseniz, hatta dışında iseniz bu ülkede bir yeriniz yoktur, bu milletin gönlünde bir yeriniz yok demektir
insan evladı gaflete düşer, eğer ezkaza başka bir yerde duruyorsanız, içinizde küçücük bir vicdan kalıntısı kaldıysa tövbe edin
eğer ısrar ediyorsanız, bu milletin nefretinin ve öfkesinin nesnesi olduğunuz için şikâyet etmeyin
allah yardımcımız olsun, kalplerimizi hidayet üzerinde buluştursun...
rabbim niyetimizi halis kılsın, istikametten ayırmasın, hatalarımızı bağışlasın...
gelelim işin öbür tarafına, çok güzel ölmeyi çok güzel biliyorsun, türk milleti; lakin yaşamayı o kadar iyi bilmiyorsun
aklını vicdanını bir araya getirmeyi bilmiyorsun, üretmeyi bilmiyorsun, iletişim kurmayı bilmiyorsun, düzen kurmayı bilmiyorsun
dün sırt sırta vatan savunduğun adamla bugün boğaz boğaza gelmemenin çaresini bilmiyorsun
mantığını kullanmayı bilmiyorsun, bilgiye ihtisasa saygıyı bilmiyorsun, kendini geliştirmeyi, vaktini değerlendirmeyi bilmiyorsun
seçtiğin adamları denetlemeyi, yönlendirmeyi bilmiyorsun; bilmen lazım gelen bir çok şeyi hiç bilmiyorsun
emanete sahip çıkmak istiyorsan deliler yetmez, akıllılar da lazım, akıllıca işler yapmak lazım.
o gece köprüde bu köpeklerin kurşunu ne zaman bitecek diye mevzilenip beklediğiniz vakti hatırlayın
sabaha ne olacağını bilmiyordunuz
allah bu yurdu bize bağışladı inşaallah
bunun kıymetini bilmek gerekiyor
gereksiz çekişmeleri terk etmeli
dünyalıkla mesafemizi ayarlamaya çalışmalıyız
imkan nisbetinde infak etmeliyiz
kalplerimizi tarassut altında tutmalıyız
amellerimizin muhasebesini yapmalıyız
gönül de mühim, akıl da, mantığınızı kullanmaya gayret edin her daim
her kul tek tek sorgu suale çekilecek, mes'uliyet ferdidir, sizi mes'ul kılan evsafınızı başkasına devretmeyin
allah cümlemizi kul hakkı yemekten, zulmetmekten korusun, sakınmak gerek
istişare mühim, itidal mühim, liyakate dikkat etmek lazım
birbirinizle fazla niza etmemeye gayret edin
o gece sokakta olanlar, sonraki bir ay meydanları dolduranlar çeşit çeşitti
hatır gönül saymak lazım, ola ki sen haklısındır, o hatalıdır, nasihatin dinlenecekse söyle, yoksa üstüne gitme, nefret ettirme
tehlikeleri işaret edenleri dinleyin, ama kara haberler taşıyanlar moralinizi bozmasın, ümitsiz olmayın
allah büyüktür, allah demeden olmaz
ölüp gideceğiz ve buradaki her şey burada kalacak, telaşa mahal yok
vereceğimiz hesabı düşünmeliyiz
inşaallah emaneti bizden sonrakilere salimen devretmeye muvaffak oluruz
allah yardımcımız olsun
dua edin
acize de bu söyledikleri sual edilecek, allah istikametten ayırmasın, kardeşinize de dua edin
hayırlı geceler, allah'a emanet...
darbeyi durdururken herkese ihtiyacımız oldu değil mi, sonrasında meydanlarda da. köprüdeki sarıklıya, kısıklıdaki çarşaflıya
yenikapıdaki seküler bayana, ülkücülere, eser miktarda bile olsa gezicilere...
bahçeli bey olmasaydı belki darbe başarılı olacaktı
reis pabuç bıraksaydı zaten şansımız olmayacaktı
herkes işin bir ucundan köşesinden tuttu
laga luga ettiğiniz meral hanım'ın da 23:59'da tweeti var mesela
iş şuraya geliyor: darbe durdurmak için herkese ihtiyaç var,
memleketi idare etmek için de aynı herkese ihtiyaç var, o yüzden birbirimizin boğazını sıkmadan yaşamaya alışmak zorundayız
belirli bir paydada buluşabilen en geniş daireyi bulmak zorundayız
bu bizim sulh dairemiz
ve bu daire -burası mühim- mecburen çok renkli olacak, karmaşık olacak, kendi içinde çelişkiler taşıyacak
çuvalladığınız nokta burası, bir şeyi kısımlara ayırıp göremiyorsunuz, tepeden tırnağa tek bir şey olarak görüyorsunuz
ya olduğu gibi kabul ediyorsunuz, ya olduğu gibi reddediyorsunuz, ortanız yok
o zaman dar bir fraksiyon hariç herkes düşman sayılıyor
bu yüzden acil durum geçtiği zaman geçinemiyorsunuz
işin kötüsü bundan rahatsız da değilsiniz
zaafınız bu, düşmanınızın en güzel kozu da bu
uçak gemilerinden falan korkmayın, kendinizden korkun
misal
ilber hocanın yetkinliği tartışılmaz, ama -haşa- ilah da değil, hata da yapabilir, saçmalayabilir de
adam bir laf ettiği zaman hemen iki cepheye ayrılıveriyorsunuz
bir kısmı saçma beyanı yüzünden adamı külliyen yok sayıyor
diğer kısım tersi
her işiniz böyle köklemek üzerine kurulu
böyle ölmek kolay, yaşamak zor, düzen kurmak zor, yükselmek, güçlenmek zor
millet tankın önünde can verdi, birbirinize düşüp zebil etmeyin...
27 Haziran 2018 Çarşamba
evrenin büyük sırrı: muhalefet seçimi neden kaybetti?
muhalefet
seçimi neden kaybetti, bu çok önemli bir soru. bunu size açıklayabileceğimden
emin değilim, ama insanlık görevimi yapıp bir kere olsun denemek istiyorum. gördüğüm
manzara tüylerimi ürpertiyor, komplo teorileri havada uçuyor, akıl almaz
iddiaların bini bir para, insanların bunlara nasıl inanabildiğini anlamakta
zorlanıyorum. işin kötüsü, bu teorilere inananlar, az sonra açıklayacağım sırra
inanmayacaklar muhtemelen, ama acı gerçeği dümdüz açıklamaktan başka bir yol da
bulamıyorum. ne yapacağınızı söylemek bana düşmez, ama isterseniz önce
yerinizde oturup biraz gevşeyin, sakinleşin, nefes alın, su için, kendinizi
hazırlayın.
hazır
mısınız?
işte
büyük sır: muhalefet seçimi kaybetti, çünki daha az sayıda kişi muhalif
adaylara oy verdi.
her
zamanki gibi anlatamadığımı tahmin ediyorum, ama bunu daha açık ve anlaşılır
bir şekilde söylemenin bir yolu da yok. seçimi desteklediğiniz aday kazanamadı,
seçim ikinci tura kalmadı, çünki seçmenin yarıdan fazlası ilk turda erdoğan'a
oy verdi. her şeyden önce bununla yüzleşmeniz gerekiyor kanaatindeyim. kimse
bir milyon bilmem kaç oyu çalmadı. kimse kimseyi kaçırmadı, tehdit etmedi, uzaylılar
veya uçan spagetti canavarı işe karışmadı. ortada "anormal" bir durum
yok. seçimi kazanmak için daha fazla oy almak gerekiyordu ve adayınız o kadar
oy alamadı.
zekanıza
hakaret etmiş durumuna düştüğüm için üzgünüm, aslında daha makul ve mantıklı
bir ülkede yaşıyor olsak, başka bir soruyu, muhalefetin seçimi nasıl kaybettiğini,
yani insanların neden muhalif adaylara oy vermediğini falan konuşabilirdik, ama
yapacak bir şey yok, henüz o noktadan çok uzaktayız. daha az oy almış olmayı
gerçekçi bulmayan ve bu yüzden öküzün altında buzağı arayan bir kalabalıkla, daha
ciddi bir konuyu konuşmamız mümkün değil.
aynı
basit gerçek eski seçim sonuçları için de geçerli: sandıktan çoğunluğun tercihi
çıkıyor. kimse kamyon kamyon oy çalmıyor. az gelişmiş, iyi giyinerek hayatına
anlam katmayı beceremeyen, sizi ölesiye kıskanan ve elbette dişlerini
fırçalamayan çomarlar makarnaya kömüre tamah edip oylarını satmıyorlar; on altı
yıldır ülkeyi yöneten iktidarı, mevcut alternatiflere tercih ediyorlar. bunu
kabullenmeniz bir on altı yıl daha sürecek belki, bilemiyorum. o çıtayı aşarsak
başka şeyler de konuşabiliriz. ortadaki somut gerçeği kabul etmediğiniz sürece,
bu noktaya nasıl geldiğimizi, olup bitenin sebebini tartışmamız mümkün değil.
insanlar
tahminlerinde yanılabilir, benim de tahminlerimin çoğu yanlış çıktı. ama ak
parti oyu ve erdoğan'ın oyu konusundaki tahminimde fazla hata çıkmadı. inanmayacaksınız
şimdi, bunu seçimden sonra söylemek ne kadar anlamlı, bilmiyorum, ama ak parti
oyunu %40-41, erdoğan'ın oyunu ise %52-53 civarında tahmin ediyordum. bir çok
kişinin tahmini de bu yöndeydi, genel hava "milletvekili oylamasının
sonucu 7 haziran seçimlerine benzeyecek, cumhurbaşkanlığı oylamasının sonucu
ise referandum sonucuna benzeyecek" şeklindeydi. insanların oy verme
dinamiklerinin arkasında sosyolojik sebepler olduğunu düşünüyorum ve üç sene
içinde o sosyoloji o kadar da değişmiş olamaz. aynı segmente hitap eden birden
fazla alternatif olsaydı, belirsizlik olabilirdi, ama yoktu. hesap ortadaydı
yani.
seçim
sonuçları gerçek arkadaşlar, yas mı tutuyorsunuz, şok mu yaşıyorsunuz, ne
yapıyorsanız çabuk tamamlarsınız diye ümit ediyorum. evet, aydınlanma yaşamaya
başlayanlar yanılmıyorlar, burası sizin düşündüğünüzden farklı bir ülke. bazılarınız
balık tüketiminden falan dem vuruyor, ama buradan bakınca da içinizden bir çoğu
mantar tüketiyormuş gibi görünüyor.
ince akıllı bir adama benziyor, bence ne dediğini dinleyin. ama "arkasından
silah dayadılar, zorla konuşturuyorlar" veya "şifreli konuşuyor, aslında
öyle demedi" kafasıyla değil, kurduğu cümlelerin dilimizdeki birinci
anlamlarına odaklanmaya çalışarak dinleyin. kendi cumhurbaşkanı adayınıza bile
inanmıyorsanız, daha ne yapılabilir ki?
saygılar
ve zorla da olsa sevgiler, yurdum insanı; geçmiş olsun, kafanızı ütüledim, özür
dilerim.
15 Aralık 2017 Cuma
mustafa kutlu hakkında / bir mesaja cevap
son hikayelerinde biraz öyle bir his veriyor, ressam bob ross'un "şuraya bir küçük ağaç koyalım" mevzuu gibi, iyiler ölmez'de özellikle aynı şeyi hissettim, hoca artık otomatiğe bağlamış diye. ama son vuruş bence orijinaldi ve o hissi bir anda dağıttı. farklı bir şey derken, farklı ne bulmayı beklediğiniz önemli. her seferinde yeni bir macera, her seferinde yeni bir vak'a, yeni bir kurgu aramak, bence mustafa kutludan mustafa kutlu-vari olmayan bir şey beklemek demek, öyle yazan çok kişi var zaten, kutlu'nun olayı o değil.
klasik türk sanatında tenevvü diye bir kavram var, sürekli aynı şeyi yeni çeşitlemelerle üretmek demeye geliyor. adam milyonuncu defa leyla ve mecnun kıssasına göndermede bulunuyor, ama her seferinde yeni bir şeyler söylüyor. ama yeni olan "olay" değil, ele alınışı, işlenişi vb. veya birbirinden farkı belki de %1 olan rumîlerden binlerce çiziyorsunuz, hep aynı yerde dolaşıyorsunuz, ama konu "bastığınız yer" değil, "baktığınız yer". aynı nokta çevresinde daire çizerek merkeze yaklaşmaya çalışıyorsunuz vb.
bence kutlu da tenevvü yapıyor gibi :)
12 Ağustos 2017 Cumartesi
Yerini Bulmayan Tenkidler ve Kadın Meselesi
Adeta
tartışmayı meslek edinmiş gibi sürekli tartışıp dururken sık sık gözden
kaçırdığımız hususlardan biri doğru söylemekle haklı olmak arasında fark
olduğu. Haklı olmak için söylediğinizin doğru olması gereklidir, ama yeterli
değildir. Haklı olmanız için doğru saiklerle, doğru gerekçelerle, doğru
motivasyonla hareket etmeniz gerekir, bir. Doğru şekilde, doğru usûlle ve doğru
üslupla hareket etmeniz gerekir, iki. Doğru açıdan, doğru mesafeden bakmanız,
meseleyi doğru ölçekte ele almanız; doğru bir bütün içinde, doğru yere
oturtmanız gerekir, bu da üç. Yani konunun kuyruğunu, kulağını ele almakla
yetinir de, tamamını bir tarafa bırakırsanız; ele aldığınız kısımla alakalı
söylediklerinizin doğru olması meseleyi halletmek için yeterli olmaz. Son
zamanlarda tekrar gündem olan kadınların âdâba uygun hareket edip etmedikleri
bahsi bunun bir misali.
Yapılan
tespitlerin esas itibariyle doğru olduğu söylenebilir, gerçekten de başörtülü
hanımlardan bazılarının hal ve hareketleri tesettür mefhumunun ruhuna pek uygun
değil. Aslına bakarsanız zaman zaman bunu dile getirenler arasında “bizim
mahallenin” hanımları da var. Söylenenler doğruysa neden bu kadar gürültü
çıkıyor? Bazı hanımlar hakikate cephe almış vaziyette mi? Yoksa atladığımız
bazı noktalar mı var?
Evvela
şunu tespit etmek gerekiyor, gerçekten de “bizim mahallede” fikir itibariyle
kayma yaşayan bir zümre var, belki kendileri de farkında değiller, ama artık
hadiselere baktıkları nokta pek “yerli ve millî” veya “muhafazakâr” bir tavrı
ifade etmiyor; daha ziyade “modern” bir bakış açısı “İslamî olana dair bir
arayışın” yerini almış durumda. Bu bazen liberal bir duruş olarak ortaya
çıkıyor, bazen feminist bir duruş... Bu “sapma” kadınlar kadar erkekleri de
alakadar ediyor, ama gündemle kesişen kısmı, kadınlara ait olan kısmı. Bu
hanımlardan bazıları tesettüre fazla mânâ yüklenmesinden şikâyetçi. Bu fazla
olan mânâ nedir ki taşıyamıyoruz? Eğer herkesin evliya gibi davranmasına dair
beklentiler kastediliyorsa, buna söyleyecek bir şey yok. Çoğumuzun ameli çok
eksik, kusurlu ve kul hakkı olmadıkça kimsenin kimseye sorabileceği bir hesap
yok. Nasihat etmek, hayra teşvik etmek ve şerden sakındırmak elbette gerekli,
fakat bunun da bir yolu yordamı var, kaş yaparken göz çıkarmamak gerekiyor. Öte
yandan “fazla olan mânâ” derken kasıt “tesettüre yüklenmemesi gereken bir mânâ”
ise, orada biraz durup düşünmek gerekir, zira fikriyat itibariyle bir “itizal”
başlamış demektir.
İslamcı
fikriyat dinin sadece ferdi ve günlük hayatta uygulanabilmesi ile alakadar
olmaz, aynı zamanda toplum halinde ve devlet seviyesinde bir temsil ile
uygulanabilmesi ile de alakadar olur. İslamcılık, daha doğrusu İslamcılığın
Namık Kemal’den girip Ali Şeriati’den çıkan versiyonu, bir yönüyle gelenekle
modernite arasında moderniteye doğru bir yalpalama ifade etse de, netice
itibariyle moderniteye karşı çıkmaya çalışan, en azından onu eleştiren bir fikir;
durduğu yerin sekülarizmin, materyalizmin, hümanizmin tam karşısı olması
gerekiyor, bunları reddederek başka bir hayat kurmayı hedeflemesi gerekiyor. Lakin
görünüşe göre böyle bir hedef hususunda pes edilmesi, belki de hedefin sadece
pratikte değil, teoride de tamamen terk edilmesi söz konusu. Moderniteye razı
olunacak, bize sunduğu hayat, değerler, fikirler benimsenecek ve sadece
gündelik hayatta bireysel ibadetlerin yapılabilmesi ile yetinilecek. Yani İslam
artık sizin için “tablonun tamamı” olmayacak; kültürel çeşitliliğin içinde,
çoğulcu bir toplumun pek çok renginden biri olacak. Bir yandan “sizin için” ne
kadar önemli olduğunun altını çizeceksiniz, ama diğer yandan bunun “sadece
sizin özel hayatınız” olduğu iddiasını da kabullenmiş olacaksınız. Eğer bütün
bu mânâ meselesinde, bakış açısı gerçekten bu ise; artık “bizim mahalle” diye
bir şeyin kalmadığı veya bir kısmımızın aslında mahalleyi terk etmiş olduğu
söylenebilir. Bu ağır bir tespit ve yanılıyor olmam elbette daha güzel olurdu.
Belki de bütün mesele bir takım yanlış anlamalardır. Ama hadise gerçekten
buradan bakınca göründüğü gibiyse, dün zorla dışlandığımız “kamusal/ toplumsal”
alandan, bugün gönüllü olarak çıkıyoruz demektir. Daha doğrusu o alana ancak
“gömlek değiştirerek” girebilmişiz demektir. Başka bir ifadeyle ikna odasından
başımızdaki örtüyle çıkmayı başarabildiğimizi sanırken, o örtünün mânâsını
geride bırakmışız demektir. Bu gerçekten çok can sıkıcı bir tespit ve neyse ki
hiç yanılmayan biri değilim.
Haklı
olmak ve doğru söylüyor olmak aynı şey değildir dedik. Bu noktada bunun bir
misali üzerinde durabiliriz. Kadınların -bir kısmı erkeklerden kaynaklanan-
sıkıntılarına işaret etmek ve bunlar için çözüm aramak başka bir şeydir, bunu
seküler bir teori üzerine oturtarak yapmak başka bir şeydir. Nasıl ki
çalışanların haklarını kul hakkı kavramı ile ifade etmek yerine,
burjuva-proleter çatışması üzerinden ifade ederseniz, kendi teorinizden
ayrılmış oluyorsanız; kadınların haklarını cinsiyetler arasında bir çatışmayı
esas alan bir kurgu ile ifade ederseniz, bu artık İslamcılık olmaz. Diğer
taraftan konuyu “feministler yine dellendi” diye kestirip atmak da fazla
kolaycı bir yaklaşım ve tek başına konuyu kilitlemeye yetiyor.
“Hanımlar
edepli olun” ikazlarına sinirlenen hanımlar, “feminist” hanımlardan ibaret
değil. Aksine zaman zaman kendileri de benzer sıkıntıları dile getiren hanımlar
bile, bu ikazlara tepki gösterebiliyor. Bu tepkinin mahiyetini doğru anlamak
gerekiyor, yoksa “niye doğru söylediğimiz halde ayaklanıyorlar, doğrulara karşı
mı bunlar, hepsi birden sapıtmışlar” diye bir karşı tepkiyle tartışmayı çıkmaza
sokarsınız.
Görebildiğim
kadarıyla hanımların temel rahatsızlığı sürekli ve tek başlarına hedef tahtası
haline gelmelerinden kaynaklanıyor. “Başka konu yokmuş gibi” laf dönüp dolaşıp
“hanımları hizaya getirmek” bahsine geliyorsa, ama “beylerin kabahatleri” pek
gündem olmuyorsa ve dinin pek çok kısmı aynı nisbette mesele edilmiyorsa;
sıkılmaları, bunalmaları ve sinirlenmeleri çok da anlaşılmaz değil. Bir çok
doğrunun içinden sadece bir parçasını seçip bıktırıncaya kadar tekrarlarsanız,
insanlar rahatsız olmakla kalmaz, “din anlayışınızı” da sorgulamaya başlar. Söylediğiniz
şeyler doğru olduğu halde dini çarpıtmış olma durumuna düşebilirsiniz. Meşhur
misalle izah edecek olursak, filin kulağı olduğu doğrudur, ama siz sanki fil
kulaktan ibaretmiş gibi davranırsanız, yanlış mesaj vermiş olursunuz: kulak fil
değildir, fil de kulak değildir.
“Dindar”
camiada giderek yaygınlaşan bir “gevşeme” olduğu doğru, ama bu her iki cinsi
birden etkiliyor. Fakat başörtülü kadınlar, “alametlerini” başlarında
taşıdıkları için kolayca tesbit ve teşhis edilebiliyor ve hatalarının kayda
geçmesi çok daha kolay oluyor. Halbuki onların yaptıklarının muadillerini yapan
erkekleri çoğu zaman dışarıdan görmekle tanıyamıyorsunuz ve kimin ne yaptığı
belli olmuyor. Tanınamayacak derecede başkalarına benzemek yanlış değil mi?
Elimizi vicdanımıza koyup sayalım: kaşını yolan kızlar kaç sefer gündem oldu ve
bıyık bile bırakmayan erkekler kaç kere gündem oldu? Kızların çoğu oturup
kalkmayı bilmiyor, ama erkekler de öyle. Kızların çoğu nerede ne
konuşulmayacağını bilmiyor ve erkekler de öyle. “Şallılarla” takılan elemanlar
Paris’ten, Milano’dan gelmiyor; çoğu bu mahallenin çocukları. Önce gizli nikah
kıyıp sonra canı sıkılınca boşayarak kızları ortada bırakanlar “bizden farklı
olanlar” değil. Teaddüt-i zevcat ruhsatını suistimal edenler, iş başvurusuna
gelen kadını kaşla göz arasında nikahlamaya çalışanlar, başörtüsü yüzünden
başka yerde çalışamayan kadınların çaresizliğini kullanıp yarı ücrete
çalıştıranlar “elalem” değil. Kadın ve erkek “eşit” olmayabilir, ama bunun mânâsı
birbirlerinden farklı yönlerinin olması, bir takım hükümler bakımından
ayrılıyor olmaları; mahiyet itibariyle tamamen birbirinden farklı olmaları
değil. Kadın ve erkek arasında olması gereken, olabilecek mesafeleri ve
sınırları tayin eden hükümler, daha ziyade “nesebin korunması” hususu ile
alakalı olabilir, ama bundan nasıl sınırın bir tarafında kalan erkeklerin “esas
itibariyle üremekle alakalı bir şey” olduğu mânâsı çıkmıyorsa, diğer taraf için
de böyle bir şey söylenemez. Gelgelelim bazı kardeşler insan deyince sadece
erkeklerin anlaşılması gerekiyormuş, din de erkeklere gelmiş, kadınlar ise meyve
bahçeleri ve binekler gibi kendilerine bahşedilmiş bir metadan ibaretmiş gibi
davranıyorlar. Nasıl bazı hanımlar aile kavramıyla bağlarını koparmak ve sadece
bir birey olmak, “dünyanın” peşinden koşarken “evden” tamamen soyutlanmak
tavrını bir ideal olarak benimsemekle hata ediyorlarsa, bazı beyler de kadını
“mahiyeti itibariyle bir tür ayıp” gibi görüp bir yerlere “gömmeye” çalışmakla
hata ediyorlar. Karşımızda cahiliyetin farklı renkleri, farklı türleri var ve
bir kısmı modern bir çehre arz ederken bir kısmı da gelenek suretinde
görünüyor. Gelenekli olmak iyidir ve lakin gelenek nass değildir, zamanla
rayından çıkabilir; tecdide, tashihe ihtiyaç hasıl olabilir veya sizin hataen
gelenek diye benimsediğiniz bazı alışkanlıklar gelenekten uzaklaşmak mânâsına
gelebilir, geleneği doğru tevarüs edememiş olabilirsiniz. İşin ilginç tarafı
“kadının yeri evidir, bu bizim geleneğimizdir” tavrındaki arkadaşların birçoğunun
nineleri sabah ezanında dağa çıkıp odun topluyor, öğle sıcağında tarlada çapa
yapıyor ve eve anca hava kararınca geliyordu.
Gelenek
deyince, örfleri ve adetleri ayrı ayrı ele almak lazım. Örfler daha temel
değerleri ifade ediyor ve daha zor değişiyor. Adetler ise değişime daha açık.
Âdâb bahisleri örflerle alakalı olabildiği gibi, adetlerle alakalı da olabilir
ve bu ikinci kısmı daha çabuk değişebilir. Ayrıca âdâb “algı” ile alakalı bir
konu ve her zaman mantıklı izahı gösterilemeyebiliyor. Mesela misafir gelince
ayağa kalkmayı açıklamak daha kolaydır da, bacak bacak üstüne atmak neden
saygısız bir hareket kabul edilir, bunu açıklamak daha zordur. Büyüklerimizin elini öpmemizi izah etmek, büyüklerin yanında çocuk sevmemeyi izah etmekten daha kolay. Diğer taraftan söz konusu algılar “ortak bir hayat”
ile aktarılır, “görerek” öğrenilir. Eğer bir şeyler yeteri kadar
aktarılamıyorsa, bu algıları edinemeyenleri kınamaktansa, neyin aksadığını
arayıp bulmak, çözüm yolu olarak daha verimli olacaktır.
Konuşacak
çok konu var; daha faizsiz bir piyasayı nasıl kuracağımızdan tam olarak emin
değiliz; riya ve ucub gibi, gıybet gibi amellerimizi ifsad eden huylardan nasıl
kurtulacağımızı çok iyi bilmiyoruz. Önümüzde savaşlar, açlık, salgın
hastalıklar gibi ciddi meseleler var. Pek çok konuyu bir tarafa bırakır da,
sadece sürekli belirli konuları tartışıp durursak; havanda su dövmekten başka
bir şeyi başaramamış oluruz. Kadın meselesi “tuz gibi” önemli bir konu
olabilir, ama “tuz kadar” konuşsak yeter zannederim. Belki de hepsinden önce
“ihtilaf âdâbını” tesis etmemiz gerekiyor.
Allah
kalplerimizi hidayet üzerinde buluştursun.
Etiketler:
ahlak,
başörtüsü,
din,
internet,
islam,
islamcılık,
kültür,
mahalle,
medya,
modernleşme,
polemik,
siyaset,
sosyal medya,
sosyal şiddet,
sosyoloji,
tesettür,
türban,
türkiye,
twitter
Köy Yanar Deli Taranır
Sanki
okuyan varmış gibi fiyakalı bir giriş yapmak istiyorum yazıya, sayın okumayıcı;
Türkiye’de blog yazarlığının en kolay tarafı toplam otuz altı yazıyla külliyatı
tamamlayıp köşeye çekilebilme imkânı. Otuz yedinci bir yazı daha yazmaya gerek
kalmıyor, neden? Çünki aynı gündemler dönüp duruyor, aynı gündemler dönüp
duruyor, aynı gündemler dönüp duruyor, aynı gündemler dönüp duruyor, aynı
gündemler dönüp duruyor ve sizin yeni bir şey yazmanıza gerek kalmıyor, çünki
“aa ben bunu yazmıştım” deyip hemen linkini verebiliyorsunuz, “heee ben bunu
yazmıştım” deyip linkini verebiliyorsunuz, “ooo ben bunu yazmıştım” deyip
linkini verebiliyorsunuz ve üstüne bir kelime eklemek ihtiyacı hissetmeden
gündeme katılıp günü kurtarabiliyorsunuz. Ne var ki, bir noktadan sonra sıkıcı
olmaya başlıyor, bu döngü. Hararetle bu kadar konuyu tartışmak için enerjiyi
nereden buluyorsunuz, anlamıyorum. Üstelik son derece ince bir dikkatle
sürdürülüyor tartışmalar, zinhar bir adım ilerlememek, herhangi bir şeyin halline
kıl kadarcık yaklaşmamak konusunda bir mutabakat var gibi ve galiba mutabık
kalınan tek konu da bu. Hep beraber sanki bir salona doluşmuş vals yapar gibi,
hiçbir yere varmadan dönüp duruyorsunuz, aynı figürleri itinayla tekrar tekrar
şey ediyorsunuz. Ney ediyorsunuz, bilemedim, dans literatürüne vukufum bu
kadar. Neyse, hiçbir yere varmadan dolap beygiri gibi dönüp duruyorsunuz işte.
Kimin değirmenine su çekiyorsunuz bilmiyorum, ama yazık netice itibariyle bu
kadar enerjiye. Derdiniz ne sizin arkadaşım?
Taranma kısmı anlaşıldıysa köyün yanma kısmına
geçebiliriz.
Dünyada
pek çok mühim hadise oluyor. Her zaman öyleydi, ama o zaman pek çoğundan
haberimiz olmuyordu. Belki de daha az haber alınca haberler daha kıymetli
oluyor, eskiden insanlar pürdikkat kesilip “acans” dinlerdi, gazetelerden
meseleleri takip ederdi. Şimdi üzerimize sağanak gibi, dolu gibi haber yağıyor
ve hepsini takip etmemiz mümkün değil. Ne yapabiliriz? Hangileri daha mühimse
onları takip etmeye çalışabiliriz mesela, veya sahaları arkadaşlarımızla,
dostlarımızla paylaşırız, herkes bir parçasını takip eder, diğerlerine özet
geçer. Falan filan. Hiç de öyle bir şey olmaz, zira bizim için dünya bu dönüp
duran gündemlerden ibaret. Neyi kaçırdığımızın farkında bile değiliz. Çinliler
Güney Çin Denizi denen, ama Çin’e ait olup olmadığı tartışmalı bir bölgede
zengin yakıt rezervleri buldular, işletilebilir vaziyette. Amerikalılarla
itekleşip duruyorlar bu bölgede. Diğer taraftan Kuzey Kore nükleer savaş
çıkarmacılık oynuyor. Beri yandan Orta Doğu’da ne kadar ülke varsa doğrudan,
dolaylı şekilde, yandan kenardan bir şekilde bir savaşın içinde. Amerikalılar
Mars’ta su arıyorlar, bulurlarsa Yemen’e gönderecekler galiba; yirmi birinci
asrın ilk çeyreğinde insanlar sapır sapır koleradan ölüyor, neyin davası olduğu
belli olmayan bir savaş yüzünden. Myanmar’da Rohingyaların evleri yakılıyor,
Keşmir’de Müslümanlar plastik kurşunlarla kör ediliyor, Çinliler her gün yeni
bir icat çıkarıyor, ezanı “Komünist Partisi uludur” şeklinde okutmak gibi. Bu
liste uzar gider ya, bir yerde kesmek lazım. Daha bir de bunun iç meseleler
kısmı var. Hamdolsun kimi zaman düşe kalka, kimi zaman hoplaya zıplaya
kalkınmaya devam ediyoruz da, işler pek o kadar da düşündüğümüz gibi parlak
değil. Hâlâ önümüzde uzun bir yol var, hâlâ ülkeleri güçlü kılan sahalarda
gerilerdeyiz. Bulunduğumuz nokta elimizden gelecek olanın en iyisi değil, can
sıkıcı olan bu. Bilimsel araştırmalarda, eğitimde, tarımda, sağlıkta
şimdikinden çok daha iyi olabilecek potansiyelimiz var, hamdolsun, ama bunları
ancak doğru politikalarla hayata geçirebiliriz ve fakat sevgili kamuoyumuz bu
konularda büyük resme hiç bakmıyor nedense, her kararı “başımızdakilere” havale
edip, ne yaparlarsa onunla yetiniyoruz. Komplo teorileri söz konusu olduğunda
büyük resimlere doyamayan muhayyilemiz, müfekkiremiz; böyle konular olduğunda
ne detaylara bakıyor, ne kompozisyona.
Konuşmayı
en çok sevdiğimiz konular şekille alakalı konular. Onların arasında da dinle ve
kadınla alakalı olanlar. Din konuşmayı çok seviyoruz, ama mesela İslam hukuku
günümüzde nasıl hayata geçirilir, onu pek konuşmuyoruz. İslam ahlakının
incelikleri pek gündem olmuyor. Belli başlı birkaç konu sürekli gündem oluyor,
varsa yoksa onları konuşuyoruz. Ne olacak halimiz, bilmem. Allah yardımcımız
olsun.
Etiketler:
internet,
islam,
islamcılık,
mahalle,
medya,
sosyal medya,
sosyal şiddet,
tesettür,
türkiye,
twitter
26 Aralık 2016 Pazartesi
Mühim olan kafa güzelliği / tw
allah'ın akıl ve vicdan verdiği kişiler,
bunları kullanma sorumluluğunu başkasına devredemez.
başkaları çok şey bilebilir, ama yine de
imkanlarımız nisbetinde meseleleri tahkik etmekle mükellefiz.
*
üç türk'ün olduğu yerde dört şair, beş
stratejik analizci, altı din alimi ve yedi doktor var.
*
#ff aristo mantığı, islam ahlâk ve
fazileti, akıl, fikir, iyi niyet, hüsnüzan vb...
*
şayet bir sandalyeyi asla göremiyorsak
hayatın bir simcityden ibaret olmadığını kim ispatlayabilir? işte bunlar hep
filosefe...
ah be röne, o sobayı o kadar
yakmayacağıdın...
felsefenin güzel tarafları da var. misal,
allah'ın varlığının ispatlanamayacağını dolayısıyla küfredilebileceğini
söyleyen birini görürseniz
kendisinin varlığını size ispatlamasını
isteyin. ispatlayamazsa dövebilirsiniz. kendi simcitymin halüsinasyonunu
dövüyorum, kime ne?
allah sağduyularımıza hidayet eylesin,
istikametten ayırmasın...
*
muktedir olup da yap(a)madığımız
şeylerden utansak daha gerçekçi olmaz mı?
it dalar. sövsen de dalar, sövmesen de
dalar. sopadan haber ver...
arıza nereden kaynaklanıyor? nasıl tamir
edilir? iç savaş veya darbeyi önlemenin vasıtaları nelerdir? zaaflarımız neler?
çözüm?
neyimiz eksik? silah mı, para mı,
teknoloji mi, sosyal bilimci mi, siyaset bilimci mi? rasyonel çözümü bilinmeyen
kaç problemimiz var?
biz neyi nasıl çözüyoruz? misal eğim...
kaç üniversite var, ne yetiştiriyorlar, ne kadarı gerekli, gerekenin ne kadarı
yetişiyor?
nereye ne kaynak döküyoruz, nasıl bir
mahsul alıyoruz? tıp, tarım, sanayi? oturup bunları konuşacak bir vasat yok
memlekette, sıkıntımız bu
vay sen bana ne dedin, hop oraya
giremezsin, bırak onu şucu zaten, bir kere siz bir şey demiştiniz, tamam da siz
nerdeydiniz... kakafoni
herkesin okuduğu yazarlar var mı
memlekette, kaç kişi? kaç ayrı "türk literatürü" seti var? kendi
setinin dışında okuyan var mı?
kimse kimsenin dilinden anlıyor mu? batı
düşüncelerini ne kadar tanıyoruz? islam kültürünü ne kadar tanıyoruz?
ocakta süt taşarken, dam akarken, çocuk
ağlarken çözümü kapı eşiğinde komşuyla dedikodu etmekte gören biri neye
muktedirse ona muktediriz...
*
ona niye karşı çıkmadın da buna çıktın
muhabbetinin bir şey ifade etme ihtimali var da, ona niye ağlamadın da buna
ağladın küllüm zırva
*
"burası ibadet yeri, burda hu
çekilmez" (yurdum insanı)
"dinimiz hoşgörü dini olduğu
için..." (yurdum insanı)
*
emperyalizme karşı emperyalizm...
*
ihtilal = revolüsyon. ıslahat = reform.
inkılab? bazen biri, bazen diğeri; kafa karıştırıyor... ölçü ve tartı
"devrimi" olmaz, reformdur o.
lakin yazı ve dilde yapılan, bildiğin
ihtilal...
*
bekliyorum, görüntülerini gösterme ekolü
mezarların içine kadar da uzanacak mı acaba?
türkiye'de haber işinin şirazesini ilk
körfez savaşı bozmuştu. dakika başı cnn'e bağlanıp gelişmeleri aktarmaya
alışınca,
gelişme bulamadıkları zaman da ne
bulurlarsa aktarmaya başladılar...
saat başı haber + son dakika bağımlılığı
felaket... akşam 20:30 haberler, gece güne bakış neyinize yetmiyor :p
*
[vicdan]
bu söylediğin her tür "değer"
için geçerli, gerçekten "objektif" olan tek ahlak yasası orman
kanunudur
kelimenin kökünün o kadar önemi yok,
lugat ve ıstılah manaları farklı olabilir, kaldı ki bir dilden diğerine geçmiş
kelime...
cemil meriç'e bakarsan hürriyetin de bir
tanımı yok...
"Kelime kökü alakasız, tanımı
herkese göre değişen ama pozitif kavramlarla ilişkili gibi görünen 'özgürlük'
tabii ki şahâne politik malzeme"
"muğlak" olmak zorunda, çünki
"değer", elle tutulur, gözle görülür bir şey değil, inançlara,
sezgiye bağlı hepsi de...
bu muğlaklığı ne kadar
netleştirebildiğimiz, kültürel bir konu ama. muğlak diye işin ucunu keyfiliğe
bırakmak bambaşka bir şey
başka çare yok, önemli olan her zaman bir
gri alan kalabileceğini bilmek, uygulamayı buna göre düzenlemek
daha objektif olanlar, değerleri
konusunda daha net ortak kabulleri olanlar, güzel formüle edebilenlerdir, ama
temel durum aynı
hukuk değerlere dayalı bir alan, değer
deyince de işin ucunun nereye varacağını kestirmek mümkün değil
geçiş dönemlerinde bu tür sıkıntıların
artması tabii, çok kültürlü toplumlarda da durum daha karmaşık
tamamen kurtulabilsek, cennette olurduk.
toplumun, kültürün problemleriyle başa çıkabilme gücü önemli, medeniyet böyle
kuruluyor
*
bir tez sahibi olmak zor, bir şeylere
karşı çıkmak daha kolay...
işin komik tarafı, başka bir açıdan
bakınca iki veya daha fazla taraf yok, neticede herkes aynı şeyleri yapıyor...
fikir zaten yok. herkes orijinal fikir
üretemez, ama en azından kendi başına söküp takabilmelisin ki, fikrin olsun...
"bizim cenahın fikirleri çok iyidir,
ama ne olduklarını ben bilmiyorum"
"bizde yanlış olmaz" katı bir
şablonla harmanlanınca, kendi cenahının isimlerini ihanetle suçlamaya da
varabiliyor
*
balatalarınıza iyi bakın...
*
maşa lazım (müdür bey, not al; depocu
bekir'den isteriz, katır yoksa da maşa vardır belki)
başhekim: katır var mı sizde? depocu: he
ya, olaydı binerdik hep... başhekim: yok, teptirecek çok adam var da burda...
(true story)
acil ihtiyaç listesi: maşa, kızılcık
sopası, meşe odunu, katır, satır, palta, pala... önemse ve yay!
*
bir şeyler üretmek yerine bütün kalkınma
planı "dövlet bize bir şey yapsın" demekten ibaret bir ahali
ve temel planı bu ahaliyi memnun etmek
üzere sağa sola rastgele bir şeyler yapmak olan bir idare
istisnaların hürmetine ayaktayız, ortalama
problem çözme kapasitemiz sürünüyor...
*
akıl var, mantık var; o da bizde yok.
caza devam...
*
felsefeden önce mantık dersiyle mi
başlasak acıba?
*
iki taraf da hatalıysa,
"ama"lara prim vermeyeceğiz diye, birinin hatasını yok mu farz
etmeliyiz?
iki hatadan birine arka çıkmaktan başka
yol yok mu yani? bu durumda "ama"yı aradan çıkarmak "taraf seç
ve saldır" mantığına hizmet ediyor
mesele "ama"dan kurtulmak
değil, bir tarafın hatasını örtbas etmek üzere suistimal edilmesine mani olmak
suçu "ama"ya yüklediğiniz
zaman, hatalardan birine destek olma durumuna düşme tehlikesi mevcut
"ama" mantıki bağlantı kurmak
için kullanılan kelimelerden biridir "ise" gibi, "ve",
"veya", "değil" gibi...
*
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)