1 Ekim 2012 Pazartesi

Baş sıkıntısı


Küçük derviş duhansız kalınca, masanın üstündeki gazeteye göz atarak vakit geçirmeyi denedim bugün ve sayın bayın yazısına şöyle bir bakma fırsatım oldu. Hazretin başörtüsü kelimesini kullanmama gerekçesi diğer bir takım kişilerden farklı değil. Türban kelimesini kullanmama gerekçesi de gayet makul: türban başka bir şeyin adı. Peki ne diyecek adam, “mahmut” (!) mu diyecek? Sıkmabaş kelimesini tercih etmesinde bir aşağılama gayesi olmadığını yazıyordu galiba, hadi bunu yuttuk diyelim. Kelime sıkıntısını aşınca mesele halloluyor mu? Bilakis esas iki meselemiz daha var şimdi, ama onu söylemeden önce bir hatırlatmada bulunalım zat-ı devletlerine: tesettür veya hicab kelimelerini de kullanabilir.

Tesettür hadisesine dışarıdan bakanlar, işin mantığını kavramamakta inat ediyorlar. Örtünmek bir ibadet; namaz gibi, oruç gibi, şarap içmemek gibi. Ama başını örtenlere atfedilen niyetler arasında nedense bunu hiçbir zaman göremiyoruz. Onlara göre "başörtüsü" geleneksel bir şey, kına gecesi gibi, testiden su içmek gibi, bilekten dirseğe altın bilezik dizisi gibi, biraz köy, biraz gecekondu, türkülerimiz, arabesklerimiz, babannelerimiz falan filan. "Türban" veya "sıkmabaş" ise biraz sosyal, biraz siyasi bir sembol, bir tür sonradan görmelik, sınıf atlama göstergesi, biraz istismar, biraz tahakküm... Madem muhataplarına sormuyorlar, "sizin derdiniz nedir" diye, bari kendilerine sorsun efendiler, nasıl oluyor da sınıf atlama arzusundaki kişiler "apartuman" sınıfları bırakıp böyle bir sınıfa geçmeye kalkarak, başlarına iş açıyorlar? Nasıl oluyor da hiç “zengin ve sosyetik” olmayan kızlar, geçinmek için okumak ve çalışmak mecburiyetinde olanlar, kendini başkalarına kabul ettirebilmek için yeterli bilgi, beceri, kültür gibi hasletlere sahip kişiler sırf kıyafetleri yüzünden bu kadar sıkıntıya katlanmayı göze alıyorlar? Nasıl oluyor da dini siyasete alet ettiğini düşündüğünüz kişilere, kurumlara mesafeli duran kişiler böyle bir tercihte bulunuyor? Nasıl oluyor da gelir seviyeleri, eğitimleri, sosyal çevreleri, karakterleri farklı farklı birçok kişi böyle bir paydada buluşabiliyor? Bütün bunların senelerdir defaatle konuşulmuş olmasına rağmen, hâlâ ısrarla başka telden çalanlar ya derin bir anlayışsızlıkla malul, yahut kasıtları başka.

Başını örtenlerin ekseriyetini ilzam etmiyor, fakat giderek daha fazla bir kısmı bu bâba girmeye başlıyor: zat-ı haşmetmeab durmuş saat misillu doğru bir noktaya da işaret etmiş: Allah’ın emrine lebbeyk diyecek gayrete sahip ve fakat kültürel firaset bakımından sınıfta kalan bazı hanımlar, örtünme şekilleriyle tesettür kavramının içini boşaltıyorlar. “Sıkmabaş” modelinin ortaya çıkış hikâyesini, hatırlayan var mı? Aynanın karşısında ilk defa başını örtmeyi tecrübe ederken “Allahım köylü gibi oldum, kapıcı karısı gibi oldum” diye kahırlanmak nasıl bir duygudur, bunu bilmem mümkün değil ve kimsenin takvasını ölçmek haddimize düşmediği gibi, herkesten kadı kaftanıyla sokakta ciğer satabilmek cesaretini beklemek de yerinde değil. Lakin başörtüsünde “Paris rüzgârı” aramak kültür hayatımız bakımından fiyasko denebilecek bir halettir, en azından bunu söylemek gerek. Bu tarz bir örtünme ibadet şuuru bakımından kifayetli olabilir, ama medeniyet meselesi açısından, sele kapılıp gitmenin numunelerinden biridir. İşin fena tarafı, medeniyet meselesi İslam meselesinden pek de bağımsız değil, kendi hayat tarzınızı kuramadığınız zaman, giderek daha fazla peşine takıldıklarınıza benzemeye başlıyorsunuz ve bu arada ibadet diye yaptığınız işler zaman zaman ibadetin ruhuna ters düşer hale gelmeye başlayabiliyor.

Hiç yorum yok: