kaylule kıraathanesi, 30.07.2009
Küçük
derviş duhansız kalınca, masanın üstündeki gazeteye göz atarak vakit
geçirmeyi denedim bugün ve sayın bayın yazısına şöyle bir bakma
fırsatım oldu. Hazretin başörtüsü kelimesini kullanmama gerekçesi diğer
bir takım kişilerden farklı değil. Türban kelimesini kullanmama
gerekçesi de gayet makul: türban başka bir şeyin adı. Peki ne diyecek
adam, “mahmut” (!) mu diyecek? Sıkmabaş kelimesini tercih etmesinde bir
aşağılama gayesi olmadığını yazıyordu galiba, hadi bunu yuttuk diyelim.
Kelime sıkıntısını aşınca mesele halloluyor mu? Bilakis esas iki
meselemiz daha var şimdi, ama onu söylemeden önce bir hatırlatmada
bulunalım zat-ı devletlerine: tesettür veya hicab kelimelerini de
kullanabilir.
Tesettür hadisesine dışarıdan bakanlar, işin mantığını kavramamakta
inat ediyorlar. Örtünmek bir ibadet; namaz gibi, oruç gibi, şarap
içmemek gibi. Ama başını örtenlere atfedilen niyetler arasında nedense
bunu hiçbir zaman göremiyoruz. Onlara göre "başörtüsü" geleneksel bir
şey, kına gecesi gibi, testiden su içmek gibi, bilekten dirseğe altın
bilezik dizisi gibi, biraz köy, biraz gecekondu, türkülerimiz,
arabesklerimiz, babannelerimiz falan filan. "Türban" veya "sıkmabaş"
ise biraz sosyal, biraz siyasi bir sembol, bir tür sonradan görmelik,
sınıf atlama göstergesi, biraz istismar, biraz tahakküm... Madem
muhataplarına sormuyorlar, "sizin derdiniz nedir" diye, bari
kendilerine sorsun efendiler, nasıl oluyor da sınıf atlama arzusundaki
kişiler "apartuman" sınıfları bırakıp böyle bir sınıfa geçmeye
kalkarak, başlarına iş açıyorlar? Nasıl oluyor da hiç “zengin ve
sosyetik” olmayan kızlar, geçinmek için okumak ve çalışmak
mecburiyetinde olanlar, kendini başkalarına kabul ettirebilmek için
yeterli bilgi, beceri, kültür gibi hasletlere sahip kişiler sırf
kıyafetleri yüzünden bu kadar sıkıntıya katlanmayı göze alıyorlar?
Nasıl oluyor da dini siyasete alet ettiğini düşündüğünüz kişilere,
kurumlara mesafeli duran kişiler böyle bir tercihte bulunuyor? Nasıl
oluyor da gelir seviyeleri, eğitimleri, sosyal çevreleri, karakterleri
farklı farklı birçok kişi böyle bir paydada buluşabiliyor? Bütün
bunların senelerdir defaatle konuşulmuş olmasına rağmen, hâlâ ısrarla
başka telden çalanlar ya derin bir anlayışsızlıkla malul, yahut
kasıtları başka.
Başını örtenlerin ekseriyetini ilzam etmiyor, fakat giderek daha
fazla bir kısmı bu bâba girmeye başlıyor: zat-ı haşmetmeab durmuş saat
misillu doğru bir noktaya da işaret etmiş: Allah’ın emrine lebbeyk
diyecek gayrete sahip ve fakat kültürel firaset bakımından sınıfta
kalan bazı hanımlar, örtünme şekilleriyle tesettür kavramının içini
boşaltıyorlar. “Sıkmabaş” modelinin ortaya çıkış hikâyesini, hatırlayan
var mı? Aynanın karşısında ilk defa başını örtmeyi tecrübe ederken
“Allahım köylü gibi oldum, kapıcı karısı gibi oldum” diye kahırlanmak
nasıl bir duygudur, bunu bilmem mümkün değil ve kimsenin takvasını
ölçmek haddimize düşmediği gibi, herkesten kadı kaftanıyla sokakta
ciğer satabilmek cesaretini beklemek de yerinde değil. Lakin
başörtüsünde “Paris rüzgârı” aramak kültür hayatımız bakımından fiyasko
denebilecek bir halettir, en azından bunu söylemek gerek. Bu tarz bir
örtünme ibadet şuuru bakımından kifayetli olabilir, ama medeniyet
meselesi açısından, sele kapılıp gitmenin numunelerinden biridir. İşin
fena tarafı, medeniyet meselesi İslam meselesinden pek de bağımsız
değil, kendi hayat tarzınızı kuramadığınız zaman, giderek daha fazla
peşine takıldıklarınıza benzemeye başlıyorsunuz ve bu arada ibadet diye
yaptığınız işler zaman zaman ibadetin ruhuna ters düşer hale gelmeye
başlayabiliyor.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder