Emri
aldığında tereddüt etmedi, ama vücudunu bir heyecan dalgası yalayıp geçti, el
ayak boşanmasına benzeyen bir sıcaklık, bir an sürdü, geldi geçti: “o an”
gelmişti. Karnı biraz açtı ve dişi ağrıyordu. Hızlıca planını yaptı, dikkatli
bir şekilde pusuya yatacağı noktaya intikal etti ve beklemeye başladı. Hiçbir
şey düşünmemeye çalışıyordu, ama aynı anda her şeyi birden düşünüyordu, kopuk
kopuk. Bunlar zaten sık sık düşündüğü şeylerdi ve ne kadar düşünürsen düşün,
bir şey değişmiyordu. Şu dakikada bir iki kişiyi arayıp selam vermeyi, hiçbir
şey sezdirmeden tatlı bir iki kelimeyle veda etmeyi isterdi, ama bu bir yandan
da çok zor bir işti ve vakit ve imkân olmaması bir anlamda kolaylıktı. Aklını
boşaltmaya çalıştı, hedefin geleceği noktaya odaklanmaya çalıştı. Biraz
muhasebe yaptı, daha çok zikretmeye, kendi kendine telkinde bulunmaya çalıştı.
Saate bakmadan bekledi. Beklemek ona çok uzun gelse de muhtemelen çok zaman
geçmemişti, tam da aklına bir türkü mırıldanmak düştüğünde, gülümseyerek sustuğu
anda hedef göründü. Tekrar bir sıcaklık dalgası, tam göğsünün son yarısında.
-“Allah!..”
Her
şey çok hızlı olup bitti, kimse bir şey anlamaya fırsat bulamadı, bu şaşkınlık
anı Önder için bir fırsat olabilirdi, bir netice beklemiyordu, ama denemesi
gerektiği için denedi, düşman çabuk toparlandı, Allah yardım etti, Önder’in
sadece gövdesinin yönü değişti, kalbi değişmedi ve şu dakikada ve bu şartlarda
kurşunun göğüs kemiğinin yanından mı yoksa kürek kemiğinin yanından mı
girdiğinin bir kıymeti yoktu ve son ana kadar dişi ağrımaya devam etti. Büyük
küçük bir sürü gerçeğe sırtını döndü ve yürüdü gitti, en büyük gerçeğe doğru.
Geride
kalanlar için gerçek kavramının mahiyeti tamamen değişmişti. Bir an gerçek, bir
an yalan, bir an şaka, bir unutup bir hatırlayarak, etraflarındaki her
teferruat sırayla parçalanıyor ve içinden acı akıyordu.
Daha
geride kalabalık vardı. İçi yananlar, ciğeri sızlayanlar, büyük büyük acılı
sözler ederken mimiklerinden tebessüm taşanlar, büyük hikâyeler anlatanlar, bir
an durup düşünmeye çalışanlar, ağlayanlar, ağlatanlar, ağlamadan ağlatanlar,
ağlamaklı olanlar, ağlayamadığına utananlar, ağlayanlara mendil satanlar...
Bazısı kötü niyetli şekilde kullanmaya çalıştı, bazısı iyi niyetli şekilde
kullandı, bazısı ne yaptığının farkında bile değildi. Önder’in dişi ağrımayan
resimlerini çizdiler, heykellerini diktiler, meydanlara ismini verdiler.
Hediyelik eşyaları çıktı hemen piyasaya. Posterler, afişler, belgeseller...
Gerçeğin muhtelif açılardan görülen bazı kısımları kayıtlara geçti, bazı
kısımları ise tamamen unutuldu. Kayıtlar arşivlendi. Bir kısmı “gerçek bir
hikâyeye dayanan”, bir kısmı ise insanların algılarından, hayal güçlerinden
taşıp gelen bir anlatı, bir kurgu zihinlere ve gönüllere nakşedildi, kemâl-i
safiyetle, hüsniniyetle ve bezirgânlıkla.
Önder’in
tam olarak Önder’e benzemeyen bir resmi asla unutulmayacaktı.