28 Ağustos 2016 Pazar

Önder Gerçeği


Emri aldığında tereddüt etmedi, ama vücudunu bir heyecan dalgası yalayıp geçti, el ayak boşanmasına benzeyen bir sıcaklık, bir an sürdü, geldi geçti: “o an” gelmişti. Karnı biraz açtı ve dişi ağrıyordu. Hızlıca planını yaptı, dikkatli bir şekilde pusuya yatacağı noktaya intikal etti ve beklemeye başladı. Hiçbir şey düşünmemeye çalışıyordu, ama aynı anda her şeyi birden düşünüyordu, kopuk kopuk. Bunlar zaten sık sık düşündüğü şeylerdi ve ne kadar düşünürsen düşün, bir şey değişmiyordu. Şu dakikada bir iki kişiyi arayıp selam vermeyi, hiçbir şey sezdirmeden tatlı bir iki kelimeyle veda etmeyi isterdi, ama bu bir yandan da çok zor bir işti ve vakit ve imkân olmaması bir anlamda kolaylıktı. Aklını boşaltmaya çalıştı, hedefin geleceği noktaya odaklanmaya çalıştı. Biraz muhasebe yaptı, daha çok zikretmeye, kendi kendine telkinde bulunmaya çalıştı. Saate bakmadan bekledi. Beklemek ona çok uzun gelse de muhtemelen çok zaman geçmemişti, tam da aklına bir türkü mırıldanmak düştüğünde, gülümseyerek sustuğu anda hedef göründü. Tekrar bir sıcaklık dalgası, tam göğsünün son yarısında.

-“Allah!..”

Her şey çok hızlı olup bitti, kimse bir şey anlamaya fırsat bulamadı, bu şaşkınlık anı Önder için bir fırsat olabilirdi, bir netice beklemiyordu, ama denemesi gerektiği için denedi, düşman çabuk toparlandı, Allah yardım etti, Önder’in sadece gövdesinin yönü değişti, kalbi değişmedi ve şu dakikada ve bu şartlarda kurşunun göğüs kemiğinin yanından mı yoksa kürek kemiğinin yanından mı girdiğinin bir kıymeti yoktu ve son ana kadar dişi ağrımaya devam etti. Büyük küçük bir sürü gerçeğe sırtını döndü ve yürüdü gitti, en büyük gerçeğe doğru.

Geride kalanlar için gerçek kavramının mahiyeti tamamen değişmişti. Bir an gerçek, bir an yalan, bir an şaka, bir unutup bir hatırlayarak, etraflarındaki her teferruat sırayla parçalanıyor ve içinden acı akıyordu.

Daha geride kalabalık vardı. İçi yananlar, ciğeri sızlayanlar, büyük büyük acılı sözler ederken mimiklerinden tebessüm taşanlar, büyük hikâyeler anlatanlar, bir an durup düşünmeye çalışanlar, ağlayanlar, ağlatanlar, ağlamadan ağlatanlar, ağlamaklı olanlar, ağlayamadığına utananlar, ağlayanlara mendil satanlar... Bazısı kötü niyetli şekilde kullanmaya çalıştı, bazısı iyi niyetli şekilde kullandı, bazısı ne yaptığının farkında bile değildi. Önder’in dişi ağrımayan resimlerini çizdiler, heykellerini diktiler, meydanlara ismini verdiler. Hediyelik eşyaları çıktı hemen piyasaya. Posterler, afişler, belgeseller... Gerçeğin muhtelif açılardan görülen bazı kısımları kayıtlara geçti, bazı kısımları ise tamamen unutuldu. Kayıtlar arşivlendi. Bir kısmı “gerçek bir hikâyeye dayanan”, bir kısmı ise insanların algılarından, hayal güçlerinden taşıp gelen bir anlatı, bir kurgu zihinlere ve gönüllere nakşedildi, kemâl-i safiyetle, hüsniniyetle ve bezirgânlıkla.


Önder’in tam olarak Önder’e benzemeyen bir resmi asla unutulmayacaktı.

Hiç yorum yok: