27 Ocak 2013 Pazar

Nüshası Bulunmayan Bir Eser

Delikanlılığın kitabından hep bahsedilir de, kitabı gören yoktur hiç. Zira bir nevi şövalye kodu gibi, yazılı olmayan bir kurallar manzumesi, daha doğrusu bir davranış kalıbıdır kendisi. Görerek ve yaşayarak öğrenilir, nesilden nesle aktarılır. Son zamanlarda bu aktarma işinin sekteye uğramış görünmesine bakarak, belki de artık gerçekten delikanlılığın kitabını yazma zamanının geldiği düşünülebilir. Ve lakin “aşk kağıda yazılmıyor” fehvasınca, müşkil bir vazife bu.

Delikanlı kimin nesidir, anlamak için, evvela içinde yaşadığı çevre hakkında malumat sahibi olmak lazım. Başka misaller de bulunabilir belki, ama teferruata girmeden, kahramanımızın hayat sahasının mahalle olduğunu söyleyebiliriz. Mahalle insanların bir arada yaşadıkları bir yerdir. Bir arada yaşamak, bir kısım Homo Sapiens bedenlerinin, uzayda birbirine yakın belirli koordinatlarda bulunmasından fazla bir şeydir. Bir arada yaşayanlar bir uzviyeti paylaşırlar, ortak bir benlikleri, ortak kimlikleri vardır. Bir uzviyet teşkil etmek demek, bir işbölümü ve bir hiyerarşinin sözkonusu olması demektir. Nasıl mahalle sokaklara, sokaklar evlere ayrılıyorsa ve sözkonusu bütünün çarşısı, camisi, çeşmesi gibi kısımları varsa, ahali de bir kökten çıkıp dallanarak bölünen, ama bir gövdede birleşen bir ağaç gibi; bir uçlarından ayrılan, diğer uçlarından birleşen bir yapı teşkil ederler; analojinin dibini delmeden lafı bağlayalım, birbirinden bağımsız ferdiyetler yoktur, kişiler belirli vazifeler ve rollerle birbirine düğümlenmiş vaziyettedir. Kimse sadece kendisi için yaşamaz, insanlar birbirleri için yaşarlar, iç içe geçmiş haklar ve vazifeler sözkonusudur. İşte delikanlının diyarı burasıdır.

Türk Töresi’nin iki esası sıra ve saygıdır denir, burada sırayı herkesin bir yerinin olması ve saygıyı da herkesin mevkiine uygun davranması şeklinde anlamak münasiptir. Kimin büyük, kimin küçük olduğu bellidir; haliyle sözün kime, suyun kime düştüğü de bellidir. Yaşlılar, gençler, çocuklar, kadınlar ve erkekler için belirli roller bulunmaktadır. Rolüne uygun davrananlar kabul görür, aksi davrananlar “hayırsız” kabul edilir. Ana babanın da, evladın da, gelinin-damadın da hayırlısı makbuldür. İşbu skalada genç erkekler kısmına düşüyorsanız ve hayırlı bir insan iseniz, namınız delikanlıdır. Nam deyince kafamız karışmasın, ahir zamanda delikanlılık ve külhanbeyliği tefrik edilemiyor, vurup kırmaktan bahsetmediğimiz gibi, şöhretten de bahsetmiyoruz. Kısa keselim, aydın abası olsun: hani seng-i musallâda sual olunur, “nasıl bilirsiniz” diye, işte ahali sizi nasıl biliyorsa, namınız odur. Malum meseldir, at ölür meydan kalır…

Neye benzer diye şöyle bir tepeden tırnağa süzecek olursak, evvela halinden tavrından anlaşılır; af buyrun, öyle zibidi, yavşak, yılışık heriften delikanlı falan olmaz, binaenaleyh ciddidir, hürmetkârdır, ağır başlıdır, efendi adamdır. Zahiri gibi batını da düzgündür, karakter sahibidir, ahlâklıdır. Kimseye yan bakmaz, kalp kırmaz, kötü söz söylemez, hak yemez. Buraya kadarkiler aslında umumî vasıflardır, ammâ delikanlı hak yemediği gibi, yedirmez de. Yaşlıların, çocukların, kadınların gücünün yetmediği her iş delikanlının üstüne vazifedir. Yük taşınacaksa önden gider, yemek yenecekse arkadan gelir. Sözü yaşlılara, suyu da kadınlara ve çocuklara bırakır, yani şiarı feragattir.

Son yıllarda “mahallenin namusu” mevzuuyla alakalı olarak bir hayli bühtan edildi delikanlıya. Güya başkalarının işine karışan bir ceberrutmuş kendisi, zor kullanarak bireysel tercihlere müdahele ediyormuş, zorbaymış. Aslı astarı yok bütün bunların. Bir kere mahallenin kızı, “başkası” değildir. Mahallede kimse başkası değildir. Yeri gelir komşu amca kulağınızı burar, yeri gelir komşu teyzeden ensenize şaplağı yersiniz. Doğrunun-yanlışın ölçüsü bireysel değildir, zaten birey diye bir şey de yoktur. Elhamdülillah müslümanız, örfümüz, âdetimiz bellidir; her işin de bir yolu yordamı vardır. Nasıl ki elalemin teorisinde, “özgür” yaşamak isteyen bir “birey” kurgulanıyorsa, “kendini gerçekleştirmenin” ve “benlik saygısının” yolunun “bağımsızlıktan” geçtiği kabul ediliyorsa, bunların ihlaline rıza gösterecek bir kişi tasavvur edilemiyorsa, bizim mahallede de kendini rezil etmeye rıza gösterecek birinin olacağı düşünülemiyor. Hamdolsun, ipten kazıktan kurtulmuş değiliz, hepimiz birbirimize bağlıyız. Bağsız kösteksiz iş görmeyiz, elin herifi kızla üç dört-gün gezecek, gazoz içecek, sonra çekip gidecek, var mı öyle dava? Edepsiz gidince, kıza ne olacak, düşünen var mı? Kızı mağdur etmek istemiyorsa, usulüyle gelir ister kızı. Vermezlerse ne olur? İşte orası zurnanın zırt dediği yerdir, birader; karar kıza aittir, yerini yurdunu değil de sevdasını seçerse, kaçar gider; yahut dizini kırıp oturur. İki kilo felsefe yaptık yine, bütün bunların delikanlıyla ne alakası var? Alakası şudur efendim: iki küfe odunu sırtlamakla, kızı rahatsız eden iti kopuğu sepetlemenin bir farkı yoktur. Olay bu “bağlamda” cereyan etmektedir.
E, sen şimdi diyeceksin ki, mahalle mi kaldı? Delikanlı kaldı mı da?
Sahi ne kaldı?

Hiç yorum yok: