Delikanlılığın kitabından hep bahsedilir de, kitabı gören
yoktur hiç. Zira bir nevi şövalye kodu gibi, yazılı olmayan bir kurallar
manzumesi, daha doğrusu bir davranış kalıbıdır kendisi. Görerek ve yaşayarak
öğrenilir, nesilden nesle aktarılır. Son zamanlarda bu aktarma işinin sekteye
uğramış görünmesine bakarak, belki de artık gerçekten delikanlılığın kitabını
yazma zamanının geldiği düşünülebilir. Ve lakin “aşk kağıda yazılmıyor”
fehvasınca, müşkil bir vazife bu.
Delikanlı kimin nesidir, anlamak için, evvela içinde
yaşadığı çevre hakkında malumat sahibi olmak lazım. Başka misaller de
bulunabilir belki, ama teferruata girmeden, kahramanımızın hayat sahasının
mahalle olduğunu söyleyebiliriz. Mahalle insanların bir arada yaşadıkları bir
yerdir. Bir arada yaşamak, bir kısım Homo Sapiens bedenlerinin, uzayda
birbirine yakın belirli koordinatlarda bulunmasından fazla bir şeydir. Bir
arada yaşayanlar bir uzviyeti paylaşırlar, ortak bir benlikleri, ortak
kimlikleri vardır. Bir uzviyet teşkil etmek demek, bir işbölümü ve bir
hiyerarşinin sözkonusu olması demektir. Nasıl mahalle sokaklara, sokaklar
evlere ayrılıyorsa ve sözkonusu bütünün çarşısı, camisi, çeşmesi gibi kısımları
varsa, ahali de bir kökten çıkıp dallanarak bölünen, ama bir gövdede birleşen
bir ağaç gibi; bir uçlarından ayrılan, diğer uçlarından birleşen bir yapı
teşkil ederler; analojinin dibini delmeden lafı bağlayalım, birbirinden
bağımsız ferdiyetler yoktur, kişiler belirli vazifeler ve rollerle birbirine
düğümlenmiş vaziyettedir. Kimse sadece kendisi için yaşamaz, insanlar
birbirleri için yaşarlar, iç içe geçmiş haklar ve vazifeler sözkonusudur. İşte
delikanlının diyarı burasıdır.
Türk Töresi’nin iki esası sıra ve saygıdır denir, burada
sırayı herkesin bir yerinin olması ve saygıyı da herkesin mevkiine uygun
davranması şeklinde anlamak münasiptir. Kimin büyük, kimin küçük olduğu
bellidir; haliyle sözün kime, suyun kime düştüğü de bellidir. Yaşlılar,
gençler, çocuklar, kadınlar ve erkekler için belirli roller bulunmaktadır.
Rolüne uygun davrananlar kabul görür, aksi davrananlar “hayırsız” kabul edilir.
Ana babanın da, evladın da, gelinin-damadın da hayırlısı makbuldür. İşbu
skalada genç erkekler kısmına düşüyorsanız ve hayırlı bir insan iseniz, namınız
delikanlıdır. Nam deyince kafamız karışmasın, ahir zamanda delikanlılık ve
külhanbeyliği tefrik edilemiyor, vurup kırmaktan bahsetmediğimiz gibi,
şöhretten de bahsetmiyoruz. Kısa keselim, aydın abası olsun: hani seng-i
musallâda sual olunur, “nasıl bilirsiniz” diye, işte ahali sizi nasıl
biliyorsa, namınız odur. Malum meseldir, at ölür meydan kalır…
Neye benzer diye şöyle bir tepeden tırnağa süzecek
olursak, evvela halinden tavrından anlaşılır; af buyrun, öyle zibidi, yavşak,
yılışık heriften delikanlı falan olmaz, binaenaleyh ciddidir, hürmetkârdır,
ağır başlıdır, efendi adamdır. Zahiri gibi batını da düzgündür, karakter
sahibidir, ahlâklıdır. Kimseye yan bakmaz, kalp kırmaz, kötü söz söylemez, hak
yemez. Buraya kadarkiler aslında umumî vasıflardır, ammâ delikanlı hak yemediği
gibi, yedirmez de. Yaşlıların, çocukların, kadınların gücünün yetmediği her iş
delikanlının üstüne vazifedir. Yük taşınacaksa önden gider, yemek yenecekse
arkadan gelir. Sözü yaşlılara, suyu da kadınlara ve çocuklara bırakır, yani
şiarı feragattir.
Son yıllarda “mahallenin namusu” mevzuuyla alakalı olarak
bir hayli bühtan edildi delikanlıya. Güya başkalarının işine karışan bir
ceberrutmuş kendisi, zor kullanarak bireysel tercihlere müdahele ediyormuş,
zorbaymış. Aslı astarı yok bütün bunların. Bir kere mahallenin kızı, “başkası”
değildir. Mahallede kimse başkası değildir. Yeri gelir komşu amca kulağınızı
burar, yeri gelir komşu teyzeden ensenize şaplağı yersiniz. Doğrunun-yanlışın
ölçüsü bireysel değildir, zaten birey diye bir şey de yoktur. Elhamdülillah
müslümanız, örfümüz, âdetimiz bellidir; her işin de bir yolu yordamı vardır.
Nasıl ki elalemin teorisinde, “özgür” yaşamak isteyen bir “birey”
kurgulanıyorsa, “kendini gerçekleştirmenin” ve “benlik saygısının” yolunun
“bağımsızlıktan” geçtiği kabul ediliyorsa, bunların ihlaline rıza gösterecek
bir kişi tasavvur edilemiyorsa, bizim mahallede de kendini rezil etmeye rıza
gösterecek birinin olacağı düşünülemiyor. Hamdolsun, ipten kazıktan kurtulmuş
değiliz, hepimiz birbirimize bağlıyız. Bağsız kösteksiz iş görmeyiz, elin
herifi kızla üç dört-gün gezecek, gazoz içecek, sonra çekip gidecek, var mı
öyle dava? Edepsiz gidince, kıza ne olacak, düşünen var mı? Kızı mağdur etmek
istemiyorsa, usulüyle gelir ister kızı. Vermezlerse ne olur? İşte orası
zurnanın zırt dediği yerdir, birader; karar kıza aittir, yerini yurdunu değil
de sevdasını seçerse, kaçar gider; yahut dizini kırıp oturur. İki kilo felsefe
yaptık yine, bütün bunların delikanlıyla ne alakası var? Alakası şudur efendim:
iki küfe odunu sırtlamakla, kızı rahatsız eden iti kopuğu sepetlemenin bir
farkı yoktur. Olay bu “bağlamda” cereyan etmektedir.
E, sen şimdi diyeceksin ki, mahalle mi kaldı? Delikanlı
kaldı mı da?
Sahi ne kaldı?
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder