1. Türkiye
Cumhuriyeti'nin Kürt unsurundan vatandaşları’nın gasbedilmiş hakları var ise
bunları iade etmek pazarlık konusu olmaksızın devletin vazifesidir.
2.
Maşayla pazarlık olmaz, illâ ki yapacaksanız, tutan el ile yaparsınız.
3.
Devlet silahlı isyancıyı muhatap almaz, meşruiyet payesi vermez, halkın bir
kısmının temsilcisi muamelesi yapmaz. Yaparsa acze düşmüş demektir.
4.
Ne hükûmetin, ne muhalefetin zihninde devlet ve millet mefhumları ile alakalı
net tanımlar mevcut; ayrılıkçı fikirlere karşı birliği savunacak bir zihnî
donanımları yok. Bir kısmı ekseriyete eza veren statükonun devamını savunurken,
diğer kısmı nereye varmaya çalıştığını ya kendi de bilmiyor veya halka
söylemiyor. Faraza bir pazarlık yapılacaksa bile, pazarlık yapacak olanın
evvela kendisinin ne istediğini bilmesi icap eder. Pazarlık yapılmaması
durumunda da, insanlara neyi teklif ettiğinizi, ne üzerine biat istediğinizi
ifade edebiliyor olmanız icap eder.
5.
Barış kelimesini suistimal ederek, demagoji yaparak makul bir noktaya varma
ihtimali yok. Sürece karşı çıkanlar, barışa karşı çıkmıyorlar, barışı kökten
berhava edecek bir yola girilmesine karşı çıkıyorlar. Daha doğrusu karşı
çıkmaya çalışıyorlar, ama beceremiyorlar. Barışın yolu, ortak bir irade tesis
etmek ve kuvvet kullanma işini ortak iradeyi temsil eden kurumlara
devretmektir. Ortak iradeye muhalif bir silahlı kuvveti “sigorta” olarak
görmek, barış fikriyle telif edilemez. Barışın yolu ortak iradeyi çatlatacak
taleplerle ortaya çıkmak da değildir. Barış kelimesini kullananların bazıları,
‘sulh’ten başka bir şeyi kastediyorlar. Eğer etnisite siyasi-hukuki sistemde
ifade edilen bir veri olacaksa, bu hakkın herhangi bir şekilde bir etnik
aidiyete sahip herkese tanınması gerekir, aksi adil olmaz. Ya ortak bir
vatandaşlık modeli, yahut yetmiş iki buçuk ayrı vatandaş tipi
tanımlayacaksınız, bunun ortası olmaz. Bu ülkede kadim olan bütün müslümanların
tek bir “millet” sayılmasıdır. Bundan inhiraf edilecekse, şu ana kadar etnik
imtiyaz talep etmeyen taife-i Oğuzân da sıraya girmeli midir?
6.
“Barışa da hazırız, savaşa da hazırız” misali ifadelerle barış olmaz. Silahlı
tehdit ortadan kalkmayacaksa bu neyin sürecidir? Buna mukabil “vurmanın,
ölmenin sırası gelecek” tarzında ifadeler de lüzumsuzdur. “Sırası” gerçekten
gelirse, çıkar vuruşursun; gelmezse konuşmazsın.
7.
“Silahlı unsurlarımız” ibaresindeki “biz” kimdir? Siz-biz diye bir şey yok,
sadece bir “biz” var, mesele bu “biz”i güzelce ifade edebilmektir.
8.
Ortada sorun derken ne kastedildiğine dair bir fikir olmadan, neyin çözüme
kavuşturulacağı belli olmadan, çözüm hakkında fikir yürütmeye çalışmak, havanda
su dövmeye benziyor. Terör örgütünün şu ana kadarki sicilinde çözüm adı altında
gündeme getirilen talepler, bizatihi sorun teşkil ediyordu. Bu taleplerden vaz
mı geçtiler? Vazgeçmedilerse bahsi geçen çözüm bizatihi bir sorun değil midir?
9.
“Akan kanın durması” herkesin dileğidir, ama bunun karşılığı “kan dursun da ne
olursa olsun” değildir. “Bunca kan boşuna mı aktı” derken kastedilen ne bir
intikam ne de kan bedeli istemektir; sadece “bin yıldır uğruna kan, ter ve
gözyaşı dökülen bir gaye vardır, bu gayeden vaz mı geçilmektedir” sualidir. “Barış
getiriyoruz” diye fitneyi büyütmekten sakınmak gerekir.