Bir
kısım silahlı kuvvetler mensuplarının ve diğer kişilerin darbeye teşebbüs
suçuyla yargılanmalarını ve ağır cezalar talep edilmesini tenkit edenlerin
tepkileriyle, terör örgütüyle yapılan görüşmeleri destekleyenlerin tepkileri
arasında bir ilişki var. Paşaların suçlu olup olmaması, suçlu iseler niye bu
suçu işledikleri, değilseler niye öyle düşünüldükleri veya gösterildikleri ayrı
meseleler, fakat biraz da paşadan "terörist" olabileceğini tasavvur
edemeyenlerin sayesinde, teröristten "paşa" olabiliyor... Zıt görünen
iki zihniyet birbirini besliyor. Kategorik olarak paşaların suçlu olamayacağını
sananlarla kategorik olarak paşa olmayı suçlu olmak için yeterli görenler bir
paranın iki yüzü gibi, ayrılmaz bir ikili. Birinin varlığı diğerini
güçlendiriyor. "Ordu göreve" kafası yüzünden "kanlı mı kansız
mı" kafası var. Silahlı kuvvetlerin aklına estiği gibi, siyasi
mülahazalarını beğenmediği cenahları safdışı bırakmak için idareye müdahale
etmesini normal sayanların yüzünden kanun nizam fikrini oturtmak zorlaşıyor.
Adamlar devlet nizamına müdahale etmek maksatlı örgüt teşkil etmekle itham
olunuyorlar, memleketin akıllılarının savunması "vay efendim TSK terör
örgütü mü yani" şeklinde. Ordu içinde örgüt kurmakla ordunun örgüt olması
fikirlerini birbirinden ayıramadığımız için memleketteki dangalakların yarısı
"ordu örgüt olamaz" diye yırtınıyor, yarısı "ordu örgüttür"
diye. Bu iki kamptan birinin varlığı diğerine yönelenler için mazeret oluyor.
Diğer taraftan şahıslar fiili işlemiş veya işlememiş olabilir, lakin isnad
olunan fiil suçtur. Bu fiilin suç olmadığını savunuyorsanız, bunu kanun teklifi
olarak getirebilirsiniz, "ordu şu şu vaziyetlerde darbe yapabilir, muhtıra
verebilir" şeklinde. Rejimin adını da darbokrasi diye değiştirirsiniz...
Din
karşıtlığı üzerinden bir devlet düşmanı tanımı yapılınca ve ordunun görev
tanımını da buna göre oluşturunca, devlet ve ordu halkın büyük bir kesiminin
karşısında konumlandırılmış oluyor. Devleti güya savunanlar bu kafada olunca, devleti
milletin düşmanı sananlara devletle ilgili bir şeyi izah etmek mümkün olmuyor,
devlet deyince ceberrut, zalim bir heyuladan başka bir şeyi akılları almıyor,
"hükûmet milleti devletten kurtarıyor" tarzında fantastik fikirler
zuhur ediyor. Bir tarafta paşalarla ordu arasında ayniyet kuran bir zihniyet,
diğer tarafta hükûmeti devletten ayrı ve onun ötesinde algılayan bir zihniyet
mevcut ve kimse hüküm vermek için hadiseleri tetkik etme ihtiyacı bile
duymuyor, çünki hükümler kategorik olarak zaten verilmiş durumda. "Devleti
hükûmetten kurtarmaya çalışan bir ordu" fikriyle, "milleti devletten
kurtarmaya çalışan bir hükûmet" fikrinin saçma olmak bakımından pek farkı
yok ve hangisini benimserseniz benimseyin, bir sürü hatayı peşinen kabullenmiş
oluyorsunuz. Dahası devlet şuuru olmayınca, insanlar kolayca "devlet Müslümanların
düşmanı" fikrinden "devlet Kürtlerin düşmanı" fikrine intikal
edebiliyor. Devlet ve orduyla bir kısım silahlı kuvvetler mensupları arasında
fark gözetilmediği gibi, Kürtlerle terör örgütü arasında da fark gözetilmiyor. Bu
durumda orduyla örgütün mücadelesi, "karşıt görüşlü" çeteler
arasındaki bir mücadele gibi algılanıyor ve devletle örgütü bir kefeye
koyuyorlar. Güya barış olacak diye teröristlere paye verilmesini hoş
karşılıyorlar. Fanatik hükûmet taraftarları, "ben ne yaptığımı biliyorum,
bana güvenin" tarzında beyanattan öte bir izahata ihtiyaç duymuyor ve
tenkitler bu kişilere ulaşmıyor.
"Ergenekon
davası yüzünden İmralı görüşmeleri yapılabiliyor" deniyor, belki öyledir;
belki bu ikisi aynı tornadan çıkmıştır, meselenin o tarafı dumanlı, olup biten
net görünmüyor. Ama gayet açık görülen husus şu, karşı çıkan ve taraftar olan
iki cenah etki-tepki dinamikleriyle birbirini destekliyor. Eğer bütün bunlar
bir plansa, elbirliğiyle bunu tezgahlayanların işini kolaylaştırmış oluyoruz.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder