allah'ın akıl ve vicdan verdiği kişiler,
bunları kullanma sorumluluğunu başkasına devredemez.
başkaları çok şey bilebilir, ama yine de
imkanlarımız nisbetinde meseleleri tahkik etmekle mükellefiz.
*
üç türk'ün olduğu yerde dört şair, beş
stratejik analizci, altı din alimi ve yedi doktor var.
*
#ff aristo mantığı, islam ahlâk ve
fazileti, akıl, fikir, iyi niyet, hüsnüzan vb...
*
şayet bir sandalyeyi asla göremiyorsak
hayatın bir simcityden ibaret olmadığını kim ispatlayabilir? işte bunlar hep
filosefe...
ah be röne, o sobayı o kadar
yakmayacağıdın...
felsefenin güzel tarafları da var. misal,
allah'ın varlığının ispatlanamayacağını dolayısıyla küfredilebileceğini
söyleyen birini görürseniz
kendisinin varlığını size ispatlamasını
isteyin. ispatlayamazsa dövebilirsiniz. kendi simcitymin halüsinasyonunu
dövüyorum, kime ne?
allah sağduyularımıza hidayet eylesin,
istikametten ayırmasın...
*
muktedir olup da yap(a)madığımız
şeylerden utansak daha gerçekçi olmaz mı?
it dalar. sövsen de dalar, sövmesen de
dalar. sopadan haber ver...
arıza nereden kaynaklanıyor? nasıl tamir
edilir? iç savaş veya darbeyi önlemenin vasıtaları nelerdir? zaaflarımız neler?
çözüm?
neyimiz eksik? silah mı, para mı,
teknoloji mi, sosyal bilimci mi, siyaset bilimci mi? rasyonel çözümü bilinmeyen
kaç problemimiz var?
biz neyi nasıl çözüyoruz? misal eğim...
kaç üniversite var, ne yetiştiriyorlar, ne kadarı gerekli, gerekenin ne kadarı
yetişiyor?
nereye ne kaynak döküyoruz, nasıl bir
mahsul alıyoruz? tıp, tarım, sanayi? oturup bunları konuşacak bir vasat yok
memlekette, sıkıntımız bu
vay sen bana ne dedin, hop oraya
giremezsin, bırak onu şucu zaten, bir kere siz bir şey demiştiniz, tamam da siz
nerdeydiniz... kakafoni
herkesin okuduğu yazarlar var mı
memlekette, kaç kişi? kaç ayrı "türk literatürü" seti var? kendi
setinin dışında okuyan var mı?
kimse kimsenin dilinden anlıyor mu? batı
düşüncelerini ne kadar tanıyoruz? islam kültürünü ne kadar tanıyoruz?
ocakta süt taşarken, dam akarken, çocuk
ağlarken çözümü kapı eşiğinde komşuyla dedikodu etmekte gören biri neye
muktedirse ona muktediriz...
*
ona niye karşı çıkmadın da buna çıktın
muhabbetinin bir şey ifade etme ihtimali var da, ona niye ağlamadın da buna
ağladın küllüm zırva
*
"burası ibadet yeri, burda hu
çekilmez" (yurdum insanı)
"dinimiz hoşgörü dini olduğu
için..." (yurdum insanı)
*
emperyalizme karşı emperyalizm...
*
ihtilal = revolüsyon. ıslahat = reform.
inkılab? bazen biri, bazen diğeri; kafa karıştırıyor... ölçü ve tartı
"devrimi" olmaz, reformdur o.
lakin yazı ve dilde yapılan, bildiğin
ihtilal...
*
bekliyorum, görüntülerini gösterme ekolü
mezarların içine kadar da uzanacak mı acaba?
türkiye'de haber işinin şirazesini ilk
körfez savaşı bozmuştu. dakika başı cnn'e bağlanıp gelişmeleri aktarmaya
alışınca,
gelişme bulamadıkları zaman da ne
bulurlarsa aktarmaya başladılar...
saat başı haber + son dakika bağımlılığı
felaket... akşam 20:30 haberler, gece güne bakış neyinize yetmiyor :p
*
[vicdan]
bu söylediğin her tür "değer"
için geçerli, gerçekten "objektif" olan tek ahlak yasası orman
kanunudur
kelimenin kökünün o kadar önemi yok,
lugat ve ıstılah manaları farklı olabilir, kaldı ki bir dilden diğerine geçmiş
kelime...
cemil meriç'e bakarsan hürriyetin de bir
tanımı yok...
"Kelime kökü alakasız, tanımı
herkese göre değişen ama pozitif kavramlarla ilişkili gibi görünen 'özgürlük'
tabii ki şahâne politik malzeme"
"muğlak" olmak zorunda, çünki
"değer", elle tutulur, gözle görülür bir şey değil, inançlara,
sezgiye bağlı hepsi de...
bu muğlaklığı ne kadar
netleştirebildiğimiz, kültürel bir konu ama. muğlak diye işin ucunu keyfiliğe
bırakmak bambaşka bir şey
başka çare yok, önemli olan her zaman bir
gri alan kalabileceğini bilmek, uygulamayı buna göre düzenlemek
daha objektif olanlar, değerleri
konusunda daha net ortak kabulleri olanlar, güzel formüle edebilenlerdir, ama
temel durum aynı
hukuk değerlere dayalı bir alan, değer
deyince de işin ucunun nereye varacağını kestirmek mümkün değil
geçiş dönemlerinde bu tür sıkıntıların
artması tabii, çok kültürlü toplumlarda da durum daha karmaşık
tamamen kurtulabilsek, cennette olurduk.
toplumun, kültürün problemleriyle başa çıkabilme gücü önemli, medeniyet böyle
kuruluyor
*
bir tez sahibi olmak zor, bir şeylere
karşı çıkmak daha kolay...
işin komik tarafı, başka bir açıdan
bakınca iki veya daha fazla taraf yok, neticede herkes aynı şeyleri yapıyor...
fikir zaten yok. herkes orijinal fikir
üretemez, ama en azından kendi başına söküp takabilmelisin ki, fikrin olsun...
"bizim cenahın fikirleri çok iyidir,
ama ne olduklarını ben bilmiyorum"
"bizde yanlış olmaz" katı bir
şablonla harmanlanınca, kendi cenahının isimlerini ihanetle suçlamaya da
varabiliyor
*
balatalarınıza iyi bakın...
*
maşa lazım (müdür bey, not al; depocu
bekir'den isteriz, katır yoksa da maşa vardır belki)
başhekim: katır var mı sizde? depocu: he
ya, olaydı binerdik hep... başhekim: yok, teptirecek çok adam var da burda...
(true story)
acil ihtiyaç listesi: maşa, kızılcık
sopası, meşe odunu, katır, satır, palta, pala... önemse ve yay!
*
bir şeyler üretmek yerine bütün kalkınma
planı "dövlet bize bir şey yapsın" demekten ibaret bir ahali
ve temel planı bu ahaliyi memnun etmek
üzere sağa sola rastgele bir şeyler yapmak olan bir idare
istisnaların hürmetine ayaktayız, ortalama
problem çözme kapasitemiz sürünüyor...
*
akıl var, mantık var; o da bizde yok.
caza devam...
*
felsefeden önce mantık dersiyle mi
başlasak acıba?
*
iki taraf da hatalıysa,
"ama"lara prim vermeyeceğiz diye, birinin hatasını yok mu farz
etmeliyiz?
iki hatadan birine arka çıkmaktan başka
yol yok mu yani? bu durumda "ama"yı aradan çıkarmak "taraf seç
ve saldır" mantığına hizmet ediyor
mesele "ama"dan kurtulmak
değil, bir tarafın hatasını örtbas etmek üzere suistimal edilmesine mani olmak
suçu "ama"ya yüklediğiniz
zaman, hatalardan birine destek olma durumuna düşme tehlikesi mevcut
"ama" mantıki bağlantı kurmak
için kullanılan kelimelerden biridir "ise" gibi, "ve",
"veya", "değil" gibi...
*