Aklı başında insanların bile 31 Mayıs
hadiselerini doğru şekilde isimlendiremediğini görmek üzücü. Sebepleri, seyri
ve şu ana kadarki neticeleri bakımından tamamen alakasız bir tarzda cereyan
etmekle birlikte, 31 Mayıs hadiseleri kategorik olarak Sivas, Maraş, 6-7 Eylül
gibi hadiselerle aynı türde. Öfkenin hedefinde başbakan ve polisin olması,
ikisinin de kitleden daha saldırgan olması ve hareketin akacak pek başka bir
mecra bulamaması gibi şartlar olayların önceki kitle hareketleri gibi vahim
noktalara varmasına engel oldu, ama bu tarz gelişmelerin kontrol edilip
edilemeyecekleri belli olmaz, işin bir iki dersane baskını ile sınırlı
kalmasına hamdetmek gerek.
Meydana inmenin doğru yolu bu
değil, ortada net bir hedef, bir plan ve çizginin aşılmasına engel olacak,
kalabalığı yönlendirecek ciddi bir organizasyon olması lazım. Bunun olmadığı
yerde, hadiselerin sebebi, haklılığı, haksızlığı önemini kaybeder. Usûl esasa
mukaddemdir, arkasındaki fikri destekliyor olmanız, insanların rastgele sokağa
inmesini de destekleyebileceğiniz mânâsına gelmez. Hedefe giden her yol mübah
değildir. İşin başındaki eylemci grubun tezleri, başbakanın ve polisin
olayların patlak vermesine sebep olan tavrı; sokaktaki hareketi meşru kabul
etmek için yeterli değil. Bugün buna cevaz verirsek, yarın kendini haklı gören
başka kişilerin de sokağa inip kitle hareketi başlatmasını da mazur görecek
miyiz? Sokaktaki hadise, birilerinin zuhur edip halkı sokağa davet etmesiyle,
30 senedir hevesleri kursaklarında bekleyen eski tüfeklerin aşka gelmesiyle
mahiyet değiştirdi, şu anda olan, işin başında olanla aynı şey değil artık. “Bu
bizim eylemimiz, başkasına kaptırmayız” demek mesnedsiz bir iyimserlik, bu
artık eylem falan değil ve çoktan elinizden çıktı. Bir tarafın savunulacak
yanının olmaması, diğer tarafın eleştirilmeden savunulabilmesi mânâsına gelmemeli.
Sivas olaylarını da dakika dakika
twitterdan izleme imkânımız olsaydı, masum bir halkın nasıl vahşi bir kitleye
dönüştüğünü görebilirdik. Yıllardır bu tarz olayları dillerine dolayanlar, işin
arkasındaki dinamikleri anlamaya yanaşmıyorlardı ve elbette bugün de hiçbir şey
anlamayacaklar. Normal zamanlarda kendi halinde yaşayıp giden insanların nasıl
olup da zıvanadan çıkabildiklerini açıklamak için hiçbir şey yapmadılar, zira
kendileri için zaten “saldırganlar” kategorik olarak kötü insanlardı ve
tıynetlerinin gereğini yapmışlardı. Bunun böyle olmadığını gayet iyi bilenler,
kimseye dertlerini anlatamadılar, zira okun yaydan nasıl çıktığını tespit etmek
mümkün değildi. Bugün olayların nasıl geliştiğini görüyor olmamız, başka
hadiselerdeki gibi vahim neticelerin zuhurunu beklemememiz, kitle hareketini
tasvib edebilmek için yeterli değil. İyi niyet tek başına yeterli değil…
“Başbakana haddini bildirdik, oh
olsun, aman da ne iyi oldu” havasından çıkmak gerekiyor. Her fırsatta polisle
çatışan terör örgütlerini bile destekleyen, halkı tahrik etmeyi ifade özgürlüğü
sayan, “masum eylemciler” insan öldürdükleri zaman görmezden gelen çevreler durumu
doğru bir yere oturtamayacaklar elbette. Onlar kendi algı evrenlerinde, “ıssız
adanın Japon askeri” hayallerinin gerçeğe döndüğü coşkusuyla çağlamaya devam
etsinler, sağlıklı düşünen ve sağduyulu olabilen biri için olup bitenin tek
faydası, neler olabileceğinin görülmüş olmasıdır. Her şeyden de önce polis ve
polise emir verenlerin çıkarması gereken ders şudur: bu kadar bariz hatalar
yapılırsa, vukuuna mani olmaları gereken hadiselerin müsebbibi olabiliyorlar.
Ders çıkarmak da yetmez, o dersin gereğini yapmak gerek.
bkz: Gezi Chronicles
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder