3 Haziran 2013 Pazartesi

Sıra dışı bir kitle hareketi


Aklı başında insanların bile 31 Mayıs hadiselerini doğru şekilde isimlendiremediğini görmek üzücü. Sebepleri, seyri ve şu ana kadarki neticeleri bakımından tamamen alakasız bir tarzda cereyan etmekle birlikte, 31 Mayıs hadiseleri kategorik olarak Sivas, Maraş, 6-7 Eylül gibi hadiselerle aynı türde. Öfkenin hedefinde başbakan ve polisin olması, ikisinin de kitleden daha saldırgan olması ve hareketin akacak pek başka bir mecra bulamaması gibi şartlar olayların önceki kitle hareketleri gibi vahim noktalara varmasına engel oldu, ama bu tarz gelişmelerin kontrol edilip edilemeyecekleri belli olmaz, işin bir iki dersane baskını ile sınırlı kalmasına hamdetmek gerek.

Meydana inmenin doğru yolu bu değil, ortada net bir hedef, bir plan ve çizginin aşılmasına engel olacak, kalabalığı yönlendirecek ciddi bir organizasyon olması lazım. Bunun olmadığı yerde, hadiselerin sebebi, haklılığı, haksızlığı önemini kaybeder. Usûl esasa mukaddemdir, arkasındaki fikri destekliyor olmanız, insanların rastgele sokağa inmesini de destekleyebileceğiniz mânâsına gelmez. Hedefe giden her yol mübah değildir. İşin başındaki eylemci grubun tezleri, başbakanın ve polisin olayların patlak vermesine sebep olan tavrı; sokaktaki hareketi meşru kabul etmek için yeterli değil. Bugün buna cevaz verirsek, yarın kendini haklı gören başka kişilerin de sokağa inip kitle hareketi başlatmasını da mazur görecek miyiz? Sokaktaki hadise, birilerinin zuhur edip halkı sokağa davet etmesiyle, 30 senedir hevesleri kursaklarında bekleyen eski tüfeklerin aşka gelmesiyle mahiyet değiştirdi, şu anda olan, işin başında olanla aynı şey değil artık. “Bu bizim eylemimiz, başkasına kaptırmayız” demek mesnedsiz bir iyimserlik, bu artık eylem falan değil ve çoktan elinizden çıktı. Bir tarafın savunulacak yanının olmaması, diğer tarafın eleştirilmeden savunulabilmesi mânâsına gelmemeli.

Sivas olaylarını da dakika dakika twitterdan izleme imkânımız olsaydı, masum bir halkın nasıl vahşi bir kitleye dönüştüğünü görebilirdik. Yıllardır bu tarz olayları dillerine dolayanlar, işin arkasındaki dinamikleri anlamaya yanaşmıyorlardı ve elbette bugün de hiçbir şey anlamayacaklar. Normal zamanlarda kendi halinde yaşayıp giden insanların nasıl olup da zıvanadan çıkabildiklerini açıklamak için hiçbir şey yapmadılar, zira kendileri için zaten “saldırganlar” kategorik olarak kötü insanlardı ve tıynetlerinin gereğini yapmışlardı. Bunun böyle olmadığını gayet iyi bilenler, kimseye dertlerini anlatamadılar, zira okun yaydan nasıl çıktığını tespit etmek mümkün değildi. Bugün olayların nasıl geliştiğini görüyor olmamız, başka hadiselerdeki gibi vahim neticelerin zuhurunu beklemememiz, kitle hareketini tasvib edebilmek için yeterli değil. İyi niyet tek başına yeterli değil…

“Başbakana haddini bildirdik, oh olsun, aman da ne iyi oldu” havasından çıkmak gerekiyor. Her fırsatta polisle çatışan terör örgütlerini bile destekleyen, halkı tahrik etmeyi ifade özgürlüğü sayan, “masum eylemciler” insan öldürdükleri zaman görmezden gelen çevreler durumu doğru bir yere oturtamayacaklar elbette. Onlar kendi algı evrenlerinde, “ıssız adanın Japon askeri” hayallerinin gerçeğe döndüğü coşkusuyla çağlamaya devam etsinler, sağlıklı düşünen ve sağduyulu olabilen biri için olup bitenin tek faydası, neler olabileceğinin görülmüş olmasıdır. Her şeyden de önce polis ve polise emir verenlerin çıkarması gereken ders şudur: bu kadar bariz hatalar yapılırsa, vukuuna mani olmaları gereken hadiselerin müsebbibi olabiliyorlar. Ders çıkarmak da yetmez, o dersin gereğini yapmak gerek.

Hiç yorum yok: