türkiye demokrasi üzerinden bir ateşkes mutabakatı kurabilir, ama
bunun yolu sokaktan geçmiyor. kemalistleri, marksistleri ve bölücüleri
ayıklayarak sokak üzerinden varılabilecek bir nokta yok, bunun yeterli tabanı
yok çünki. marksistleri, kemalistleri ve bölücüleri sokağa döktüğünüzde de her
şeyden önce demokrasinin ipini çekiyorsunuz.
demokrasi üzerinden buluşmanın ilk adımı, demokrasinin ne olduğu
konusunda bir fikir birliği sağlamak. arkasındaki değer yargıları, hayat tarzı
ve dünya görüşüyle birlikte ele alındığında demokrasi bir inanç sistemi;
evrensel değil. demokrasinin zeminindeki materyalist-hümanist sistem, bütün
dinlere eşit mesafede tarafsız bir sistem değil, o da bir tür din... demokrasi
ve islami bir sistemin aynı anda tam olarak uygulanması mümkün değil,
müslümanlar demokrasiyi benimsemek zorunda değil. islam sadece bireysel bir
konu değil, toplum hayatını, devlet düzenini belirleyen bir sistem, hümanizmin
bıraktığı bireysel alanın islam'ı yaşamak için yeterli olacağını sanmak, konuyu
bilmemekten kaynaklanıyor.
diğer taraftan ülkede çok-kültürlü bir yapı var ve hiç bir sistem tek
başına hakim olmak için yeterli toplumsal tabana sahip değil. bu yüzden bir tür
orta yol olarak demokratik, laik, liberal bir sistemin uygulanması
düşünülebilir. müslümanlar demokratik bir sisteme destek verebilir, ama teorik
açıdan mecbur olduklarından değil, çokkültürlülük yüzünden kerhen olur bu. demokrasiyi
değerleriyle benimseyenlerin, demokrasiye kılı kılına uymak mecburiyetindesiniz
gibi bir dayatması olmamalı. türkiye'ye has bir demokrasi versiyonu
oluşturmanın arayışı olmalı. çelişen iki taraf varken bir taraf kendini hakem
saymamalı... msl laiklik olur, ama namaz molası olunca halel gelen bir laiklik
olmasın mümkünse, yoksa herkes eşit ama biz daha eşitiz oluyor.
tayyip beye gıcıkolojik destek sağlayan sol kesim susarsa, sağ kesim
bu konuda ikna edilebilir, çoğu yatkın zaten bu fikre. başbakanın huyunu
değiştirme imkanı yok gibi görünüyor, başbakanı değiştirmek istiyorsanız önce
destekçi-karşıtlardan başlanmalı.
islam bazı şeyleri detaylı olarak düzenler, bazı konularda
prensipleri verir, detayları bulmayı bize bırakır. islam zorunlu bir ideolojik
muhteva ile gelmiyor, ideoloji bağlamında sabit-mecburi bir şey yok. bu yüzden
ideoloji sahasının ihtiyaçları kullar tarafından karşılanmalı, bunu yaparken de
hareket noktası yine islam. boş alanı dolduracaksın, ama kafana göre keyfi
şekilde değil, o alanla ilgili esaslara uyarak. msl devlet başkanı seçme yolu
hakkında net bir nass bilmiyoruz, toplumun durumuna göre farklı sistemler
olabilir. ama seçilen başkanın genel kabul görmüş olması gerekir (biat). başkan
istişare ile hareket etmelidir, bunun pratik uygulaması meclis veya başka bir
şey olabilir.
*
müzakere için önce tarafların olması lazım, kimse karşı tarafın
varlığını kabul etmiyor ki... saksı rejimi bu kadar olur. gerçi biz de iyi
sulayamadık, o da var... yabancı bir medeniyetin köklerini hesaba katmadan
meyvelerini toplamaya çalışıyoruz, başka ne olabilir ki. sosyal psikoloji,
kültür, benlik algısı vs bir sürü faktör var işin içinde, kadrosuz sistem
olmaz... bizde bir adama şu işi yap dersin, yapar gelir, nasıl yapalım diye
sorarsan iş yatar. bütün teşkilatlanmamız çete mantığıyla.
değişmek zorunda değiliz ki, batı tecrübesini bire bir uygulamak farz
mı? yapmamız gereken mantıklı düşünüp çözüm aramak. kendi meselelerimizi fark
edeceğiz, kendi çözümlerimizi biçeceğiz, konfeksiyon değil...
çoğunluğu kim onaylamış ki? sen mv yerine iş takipçisi seçersen o da
seni böyle yönetir. iyi kadro kötü sistemi yürütebilir, kötü kadro iyi sistemi
yürütemez. ensarsız medine olmaz, önce ensar olmak gerek. işin kökü iman ve
ahlak zaafımız, konuşuyoruz, yaşamıyoruz... bu kadroyla başka sistem mümkün
değil.
allah kerim :) biz küçükkene ne olacak bu sovyetlerle diye
dertliydik, çat diye çatladı gitti, hiç belli olmuyor... bir kıvılcımdan yangın
çıkar, ümitsizlik müminin vasfı değildir...
*
kamuoyu yoklaması yerine tencere tava desibel ölçümü yapılsın. ama
dur, başbakan desibel rekoru da kırmıştı, tüh ya...
iktidarla mücadele etmek istiyorsanız halkı arkanıza alacaksınız,
karşınıza değil. iki dakika kafa yorun, acaba halk sizi niye sallamıyor? eylem
yapabiliyor olmanızı dikte tonunda konuşabilmeniz için yeterli saymıyor halk,
arada söylediğiniz doğru da olsa, güme gidiyor. demokrasiye, özgürlüğe, insan
haklarına, eşitliğe ve sıralayıp durduğunuz ideolojik kavramlara iman etmek
zorunda mıyız? inançlarınızı dikte etmekten bıkmadınız, hâlâ dayatma
diyorsunuz, kibir diyorsunuz... amaç parka avm yapılmamasıysa en yanlış yol... başbakan
bir kişi, belki seçilemez, belki emekli olur, hiçbiri olmasa ölür en
nihayetinde, bir insan... sizin kafanızdan nasıl kurtulacağız?
*
kaç senedir neden bunlara inanmak zorunda olmadığımı anlatmaya
çalışıyorum, her seferinde tepki: "anladım yeldeğirmeni, ama suyu
nerde?"
*
#direngezi tayfasından ricam, haklarımı savunmasınlar lütfen, ne
düşündüğümü merak etmeyen, kendince bana layık gördüğü hakkı savunsa ne?
#direngezi gölge etme başka ihsan istemez
#direngezi iade-i savunma: ben de sizin miras taksimini feraiz ilmine
göre yapabilme hakkınızı savunuyorum, savunalım, savunulalım...
*
bence herkes bu ülkeye sığar, ama ayaklarımızı toplamaya alışmamız
lazım... bir de canımızı yakan bazıları aslında tekme atmıyor olabilir. iki
kamp üzerinden düşünme alışkanlığımızı gözden geçirmemiz lazım
*
haklılığın evrensel bir tanımı yok. baştan şiddeti dışlayarak yola
çıkıyorsan, şiddete başvurduğunda tutarsız olursun. şiddeti baştan itibaren bir
metod olarak benimsediysen, haklılık durumun değişmez. aynı mantıkla polisin de
baştan itibaren haklı olduğu iddia edilebilir.
dün gece başbakan ayyaş çapulcu deyince 6 aylık bebeği hırpalama
hakkı doğar çıkarsaması yapmaya çalışırken sızmışım... halbusem daha wounded
knee'yi, boston çay partisi üzerinden temellendirecektik, tüh...
sistematik ve sembolik şiddet konusu geçti arada, fiziksel şiddete
haklılık sağladığı düşünülüyor anladığım kadarıyla (memati zizek lazım). fiziksel
şiddet politika da olabiliyormuş, bize ulaşan bilgiye göre. bunun üzerinde
biraz düşünmek lazım.
bu tür konularda fikir alışverişi yapabilmek için
entelektüellerimizin epistemik dayatma huyunu bir tarafa bırakması lazım. evrensel
olarak kodlanan değerler ve bilgi birikiminin dışında kalan insanları anlamaya
çalışmadan "hümanist" çizgiye zorlamak vahim hata.
kimliklerini alparslan, fatih ve yavuz gibi figürler üzerinden kuran
ve tamamen farklı bir değerler sistemine bağlı, farklı bir "irfana" mensup
bir çoğunluk var ve batı medeniyeti karşısındaki durum, bu insanlar için birkaç
asırdır, sembolik şiddet dediğiniz durumla benzerlik gösteriyor. iki farklı
denge var ortada, batılı değerleri benimseyen aydınlar kendilerini halk
karşısında bir azınlık olarak tedirgin hissediyorlar, ama halk da batı karşısında
benzer şeyler hissediyor. aydınların halk karşısındaki durumu halka rağmen
kurulmuş bir azınlık diktası algısı uyandırıyor, "demokratik"
talepleri sembolik şiddet olarak algılayanlar ne yapmalı? kendi politikalarını
oluşturup fiziksel şiddete mi başvurmalı?
iki dünya görüşü arasındaki ihtilafta kim hakem olacak? "bu
ülke"yi inatla batı üzerinden anlamlandırmaya çalışırsanız şiddet sarmalı
büyür. insanlar maalesef kolay gazlanabilecek bir durumda, hangi taşı
oynattığınızda nerenin devrilebileceğini kestirmek zor.
hükumetin ve destekçilerinin "aydın" taifenin ve çeşitli
toplum kesimlerinin sembolik şiddet olarak algılayacağı üsluptan vazgeçmesi
lazım. aydın zümrenin de hangi çığı davet eden bir çığlık attıklarını iyi
düşünmeleri lazım, algı evreninizin perdesini bir aralayın. aynı
değerlendirmeler "demokratik açılım" süreçleri planlanırken de hesaba
katılmalı
çelişen paradigmaların olduğu yerde çatışma kaçınılmaz. bunu bir
kenara yazmadan bir adım ilerlemek mümkün değil. çatışmayı çözümlemenin ilk
adımı varlığını kabul etmek. cirlop gibi teori var, uymadığınızdan öyle oluyor
kafasıyla olmaz. tamtamla diyalog bu kadar olur...
*
"inancınızın bireysel olarak size her ne emrediyorsa bunu yerine
getirebilmenizi..." sağol canım ya, çok cömertsin... psişik zemin üzerinde
bolca mazeret, doğru yanlış karışık bir kurgunun içinde; söyleneni algılayamaz,
konuşmaya kilitlenmiş, dinleyemez. bunlara fikirle ulaşmaya çalışmak boş bir
gayret, söylendiği gibi algı yönetimi üzerinde durmak gerek. ilk adım da
ağamsın paşamsın demek
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder