13 Eylül 2014 Cumartesi

ateşkes mutabakatı / tw

türkiye demokrasi üzerinden bir ateşkes mutabakatı kurabilir, ama bunun yolu sokaktan geçmiyor. kemalistleri, marksistleri ve bölücüleri ayıklayarak sokak üzerinden varılabilecek bir nokta yok, bunun yeterli tabanı yok çünki. marksistleri, kemalistleri ve bölücüleri sokağa döktüğünüzde de her şeyden önce demokrasinin ipini çekiyorsunuz.
demokrasi üzerinden buluşmanın ilk adımı, demokrasinin ne olduğu konusunda bir fikir birliği sağlamak. arkasındaki değer yargıları, hayat tarzı ve dünya görüşüyle birlikte ele alındığında demokrasi bir inanç sistemi; evrensel değil. demokrasinin zeminindeki materyalist-hümanist sistem, bütün dinlere eşit mesafede tarafsız bir sistem değil, o da bir tür din... demokrasi ve islami bir sistemin aynı anda tam olarak uygulanması mümkün değil, müslümanlar demokrasiyi benimsemek zorunda değil. islam sadece bireysel bir konu değil, toplum hayatını, devlet düzenini belirleyen bir sistem, hümanizmin bıraktığı bireysel alanın islam'ı yaşamak için yeterli olacağını sanmak, konuyu bilmemekten kaynaklanıyor.
diğer taraftan ülkede çok-kültürlü bir yapı var ve hiç bir sistem tek başına hakim olmak için yeterli toplumsal tabana sahip değil. bu yüzden bir tür orta yol olarak demokratik, laik, liberal bir sistemin uygulanması düşünülebilir. müslümanlar demokratik bir sisteme destek verebilir, ama teorik açıdan mecbur olduklarından değil, çokkültürlülük yüzünden kerhen olur bu. demokrasiyi değerleriyle benimseyenlerin, demokrasiye kılı kılına uymak mecburiyetindesiniz gibi bir dayatması olmamalı. türkiye'ye has bir demokrasi versiyonu oluşturmanın arayışı olmalı. çelişen iki taraf varken bir taraf kendini hakem saymamalı... msl laiklik olur, ama namaz molası olunca halel gelen bir laiklik olmasın mümkünse, yoksa herkes eşit ama biz daha eşitiz oluyor.
tayyip beye gıcıkolojik destek sağlayan sol kesim susarsa, sağ kesim bu konuda ikna edilebilir, çoğu yatkın zaten bu fikre. başbakanın huyunu değiştirme imkanı yok gibi görünüyor, başbakanı değiştirmek istiyorsanız önce destekçi-karşıtlardan başlanmalı.
islam bazı şeyleri detaylı olarak düzenler, bazı konularda prensipleri verir, detayları bulmayı bize bırakır. islam zorunlu bir ideolojik muhteva ile gelmiyor, ideoloji bağlamında sabit-mecburi bir şey yok. bu yüzden ideoloji sahasının ihtiyaçları kullar tarafından karşılanmalı, bunu yaparken de hareket noktası yine islam. boş alanı dolduracaksın, ama kafana göre keyfi şekilde değil, o alanla ilgili esaslara uyarak. msl devlet başkanı seçme yolu hakkında net bir nass bilmiyoruz, toplumun durumuna göre farklı sistemler olabilir. ama seçilen başkanın genel kabul görmüş olması gerekir (biat). başkan istişare ile hareket etmelidir, bunun pratik uygulaması meclis veya başka bir şey olabilir.
*
müzakere için önce tarafların olması lazım, kimse karşı tarafın varlığını kabul etmiyor ki... saksı rejimi bu kadar olur. gerçi biz de iyi sulayamadık, o da var... yabancı bir medeniyetin köklerini hesaba katmadan meyvelerini toplamaya çalışıyoruz, başka ne olabilir ki. sosyal psikoloji, kültür, benlik algısı vs bir sürü faktör var işin içinde, kadrosuz sistem olmaz... bizde bir adama şu işi yap dersin, yapar gelir, nasıl yapalım diye sorarsan iş yatar. bütün teşkilatlanmamız çete mantığıyla.
değişmek zorunda değiliz ki, batı tecrübesini bire bir uygulamak farz mı? yapmamız gereken mantıklı düşünüp çözüm aramak. kendi meselelerimizi fark edeceğiz, kendi çözümlerimizi biçeceğiz, konfeksiyon değil...
çoğunluğu kim onaylamış ki? sen mv yerine iş takipçisi seçersen o da seni böyle yönetir. iyi kadro kötü sistemi yürütebilir, kötü kadro iyi sistemi yürütemez. ensarsız medine olmaz, önce ensar olmak gerek. işin kökü iman ve ahlak zaafımız, konuşuyoruz, yaşamıyoruz... bu kadroyla başka sistem mümkün değil.
allah kerim :) biz küçükkene ne olacak bu sovyetlerle diye dertliydik, çat diye çatladı gitti, hiç belli olmuyor... bir kıvılcımdan yangın çıkar, ümitsizlik müminin vasfı değildir...
*
kamuoyu yoklaması yerine tencere tava desibel ölçümü yapılsın. ama dur, başbakan desibel rekoru da kırmıştı, tüh ya...
iktidarla mücadele etmek istiyorsanız halkı arkanıza alacaksınız, karşınıza değil. iki dakika kafa yorun, acaba halk sizi niye sallamıyor? eylem yapabiliyor olmanızı dikte tonunda konuşabilmeniz için yeterli saymıyor halk, arada söylediğiniz doğru da olsa, güme gidiyor. demokrasiye, özgürlüğe, insan haklarına, eşitliğe ve sıralayıp durduğunuz ideolojik kavramlara iman etmek zorunda mıyız? inançlarınızı dikte etmekten bıkmadınız, hâlâ dayatma diyorsunuz, kibir diyorsunuz... amaç parka avm yapılmamasıysa en yanlış yol... başbakan bir kişi, belki seçilemez, belki emekli olur, hiçbiri olmasa ölür en nihayetinde, bir insan... sizin kafanızdan nasıl kurtulacağız?
*
kaç senedir neden bunlara inanmak zorunda olmadığımı anlatmaya çalışıyorum, her seferinde tepki: "anladım yeldeğirmeni, ama suyu nerde?"
*
#direngezi tayfasından ricam, haklarımı savunmasınlar lütfen, ne düşündüğümü merak etmeyen, kendince bana layık gördüğü hakkı savunsa ne?
#direngezi gölge etme başka ihsan istemez
#direngezi iade-i savunma: ben de sizin miras taksimini feraiz ilmine göre yapabilme hakkınızı savunuyorum, savunalım, savunulalım...
*
bence herkes bu ülkeye sığar, ama ayaklarımızı toplamaya alışmamız lazım... bir de canımızı yakan bazıları aslında tekme atmıyor olabilir. iki kamp üzerinden düşünme alışkanlığımızı gözden geçirmemiz lazım
*
haklılığın evrensel bir tanımı yok. baştan şiddeti dışlayarak yola çıkıyorsan, şiddete başvurduğunda tutarsız olursun. şiddeti baştan itibaren bir metod olarak benimsediysen, haklılık durumun değişmez. aynı mantıkla polisin de baştan itibaren haklı olduğu iddia edilebilir.
dün gece başbakan ayyaş çapulcu deyince 6 aylık bebeği hırpalama hakkı doğar çıkarsaması yapmaya çalışırken sızmışım... halbusem daha wounded knee'yi, boston çay partisi üzerinden temellendirecektik, tüh...
sistematik ve sembolik şiddet konusu geçti arada, fiziksel şiddete haklılık sağladığı düşünülüyor anladığım kadarıyla (memati zizek lazım). fiziksel şiddet politika da olabiliyormuş, bize ulaşan bilgiye göre. bunun üzerinde biraz düşünmek lazım.
bu tür konularda fikir alışverişi yapabilmek için entelektüellerimizin epistemik dayatma huyunu bir tarafa bırakması lazım. evrensel olarak kodlanan değerler ve bilgi birikiminin dışında kalan insanları anlamaya çalışmadan "hümanist" çizgiye zorlamak vahim hata.
kimliklerini alparslan, fatih ve yavuz gibi figürler üzerinden kuran ve tamamen farklı bir değerler sistemine bağlı, farklı bir "irfana" mensup bir çoğunluk var ve batı medeniyeti karşısındaki durum, bu insanlar için birkaç asırdır, sembolik şiddet dediğiniz durumla benzerlik gösteriyor. iki farklı denge var ortada, batılı değerleri benimseyen aydınlar kendilerini halk karşısında bir azınlık olarak tedirgin hissediyorlar, ama halk da batı karşısında benzer şeyler hissediyor. aydınların halk karşısındaki durumu halka rağmen kurulmuş bir azınlık diktası algısı uyandırıyor, "demokratik" talepleri sembolik şiddet olarak algılayanlar ne yapmalı? kendi politikalarını oluşturup fiziksel şiddete mi başvurmalı?
iki dünya görüşü arasındaki ihtilafta kim hakem olacak? "bu ülke"yi inatla batı üzerinden anlamlandırmaya çalışırsanız şiddet sarmalı büyür. insanlar maalesef kolay gazlanabilecek bir durumda, hangi taşı oynattığınızda nerenin devrilebileceğini kestirmek zor.
hükumetin ve destekçilerinin "aydın" taifenin ve çeşitli toplum kesimlerinin sembolik şiddet olarak algılayacağı üsluptan vazgeçmesi lazım. aydın zümrenin de hangi çığı davet eden bir çığlık attıklarını iyi düşünmeleri lazım, algı evreninizin perdesini bir aralayın. aynı değerlendirmeler "demokratik açılım" süreçleri planlanırken de hesaba katılmalı
çelişen paradigmaların olduğu yerde çatışma kaçınılmaz. bunu bir kenara yazmadan bir adım ilerlemek mümkün değil. çatışmayı çözümlemenin ilk adımı varlığını kabul etmek. cirlop gibi teori var, uymadığınızdan öyle oluyor kafasıyla olmaz. tamtamla diyalog bu kadar olur...
*
"inancınızın bireysel olarak size her ne emrediyorsa bunu yerine getirebilmenizi..." sağol canım ya, çok cömertsin... psişik zemin üzerinde bolca mazeret, doğru yanlış karışık bir kurgunun içinde; söyleneni algılayamaz, konuşmaya kilitlenmiş, dinleyemez. bunlara fikirle ulaşmaya çalışmak boş bir gayret, söylendiği gibi algı yönetimi üzerinde durmak gerek. ilk adım da ağamsın paşamsın demek


Hiç yorum yok: