13 Eylül 2014 Cumartesi

İşbu dövlet içinde vurdular beni / tw


1) devleti savunmanın bir yolu da hatasını eleştirmektir. devlet görevlilerinin her yaptığı doğrudur diye bir kural yok. devletin fonksiyonu millete hizmettir. bunu ifa etmiyorsa, aksine hareket ediyorsa, düzeltilmesi gerekir.
2) devlet insanların kendilerini, haklarını korumak için kurdukları temel organizasyondur. sürekli devlet kavramını hedef tahtasında tutmak insanlara saldırmaktır. devlet kimsenin düşmanı değildir.
3) toplumda asayişin korunması için insanlar kuvvet kullanma haklarını devlete devrederler. devlet kuvveti doğru veya yanlış kullanabilir, ama insanlar kuvvet kullanıyor, şiddete başvuruyorsa bu kesinlikle hatalıdır.
4) devletin kendi vatandaşına hukuksuz bir şekilde şiddet uygulaması kabul edilemez. ama bundan insanlar molotofla istedikleri yere saldırabilir anlamı çıkmaz. bir konuyu değerlendirecekseniz, bütün yönlerini ele almalısınız. ısrarla bir tarafını gözardı ediyorsanız bunun açıklaması ya artniyettir, ya da ahmak olmaktır.
5) devletin "başarısı" toplumun seviyesinden bağımsız değil, devlet kurumlarını insanlar işletiyor, ortalama insan kalitesi neyse, devletin yaptığı, yapabileceği de odur. ortada bir sorun varsa çözümü insana yatırım yapmaktır, devlete saldırmak değil.
*
molotof kurşunu aklamaz, kurşun da molotofu aklamaz, iki ayrı yanlış var ortada. sıkıntı tamamen haklı bir taraf ve tamamen haksız bir taraf kurgulamaya çalışmak. bir de "kabahatin" türünü doğru belirlemek lazım, olan bitene dair net bir haber alınamıyor, hep taraflı-çarpıtma bilgiler… birini kasten vurmak ayrı bir kabahattir, kazara vurmak ayrı bir kabahattir, burada olan hangisi, kasıtlı suç mu taksirli suç mu? saldırgan bir kalabalığı dağıtmaya çalışırken, kazara birini vurmak başka, saldırgan bir kalabalığı dağıtmaya çalışırken kasten birini vurmak başka, saldırgan olmayan bir kalabalık sözkonusuyken ateş açmak başka. hiçbiri doğru olmayabilir, ama yanlışlık dereceleri aynı değil. her faktörü ayrı değerlendirmek lazım.
*
türkiye dediğimde 1040'tan itibaren tek bir şeyi kastediyorum... devlet değil -bin yıldır- hiç değişmeyen, sistem -yüz yıldır- "yes minister"i hatırlarsak, o kadar kolay değil. bunlar daha ziyade bürokratik refleksler, her kurumda var, ama silahlı olanları göze batıyor. daha ziyade devlet kadrolarının da halkla aynı arızaları taşıyor olmasından kaynaklanıyor, marstan gelmiyor adamlar. bunun çözümü insan kaynağına yönelmek, toplumun genel seviyesini değiştirmeden değişmez o kadar çok. ayrıca halkın devletle ilişkisi de bir acayip ve bu yapıyı o da besliyor, bağzı ilçelerin bütün kalkınma vizyonu: “devlet buraya bir şey yapması lazım”...
ilk çalışmaya başlarken halka hizmet etmeye çalışıyorsun, sonra kendini halktan korumaya çalışmak bunun yerini alıyor, bürokrasinin genel çerçevesi çoğunluğa karşı azınlık gibi.
çok faktör ve tarihi sebepleri var, bunlardan biri de halk. hem bürokrasinin içinden çıktığı insan kaynağı olarak, hem de hizmet alma alışkanlıkları dolayısıyla. ikincisi son yıllarda daha belirgin, eskiden ağzına şamarı yiyen oturuyordu; şimdi kendisine yardımcı olmaya çalışanı bile dövmeye kalkıyorlar, o zaman da ters sebeple de olsa eski alışkanlıklar gevşemiyor. kurumlar birbirinden farklı tabii, polisin şartlarıyla doktorunki aynı değil. ama genel bir kendini koruma refleksi var. bu da abartılı olunca maksadının tersine hizmet ediyor.
şener şen'in bir üçkağıtçı kayın birader tiplemesi var, a. t. alkan bir yazısında bizim devlet kafası için örnek gösteriyordu. mantık, sebep sonuç ilişkileri hesap kitap gibi konulara çalışmamız lazım biraz...
asayişi sağlamanın yolu suç işlemek, zulmetmek değil; vahamet her tarafta...
sadece işgal değil, bin yıldır savaşan toprağa tırnağıyla tutunan bir toplum; sadece travma değil biraz gerekler de var. elbette kendi halkına zulmetmek bu gereklere dahil değil
kantarın topuzu bir o yana bir bu yana savruluyor, devlete karşı duranlar nasıl bir zaruret olduğunun farkında değil. doğru-yanlış devlet eliyle yapılan her şeyi savunanlar da buradaki stratejik ve etik hatayı görmüyorlar
asimetrik de olsa kurşunu ve molotofu aynı anda masaya yatırmayan yorumlar her iki cenahı da mevziinde sabitliyor. herkes karşı tarafın hatalı fikrini kendi hatalı fikri için destek olarak kullanıyor. devlet ne isterse yapar diyenle devleti tanımayanın farkı yok, istibdat da bağy de zulüm türleridir. allah cümleye hidayet eyleye...
*
tilkitilkisaatkaçokrasi diye bir rejim var mıydı?
*
evet bunlar karışık işler. darbeye de demokrasiye de ihtilale de karşıyım. bir de huruç ale's-sultan konusu var, muhtelefün fih... diğer taraftan kısa ve belki orta vadede uygulanabilir ehven-i şer demokrasi... demokrasi bizim ahalinin anlamadan reddettiği bir şeydi, şimdi de anlamadan kabul ediyorlar; anlayarak reddedecekleri ve uygulayacakları günü bekliyoruz, gerek kalmayacağı günü daha çok bekliyoruz...
*
bu benim devletim, üstündeki kenelerin değil...
*
hakkın batıla karşı güç kullanması meşru da, darbe belirli bir konsepte ait; tam örtüşmüyor, ehven olan sistemin kavramı darbe, onun da kötü çocuğu. ideal sistemde ise darbeye mahal yok... işin mantığı akebe biatıdır, darbe, ihtilal vb bizatihi ehemmiyeti olan mefhumlar değil. mevcut bağlamda mânâları var ancak... gerçi ihtilal geniş ölçekte de değerlendirilebilir, ama orada da olumlu bir manası yok pek. aslolan isyan değildir. biat ve itaattir. devlettir. cihattır. huruç ale's-sultan istisnai bir şeydir. ihtilal ve darbe romantize edilmemeli. kür şad ihtilali de ihtilal değil bu arada, başkasına karşı savaşıyorsan ona ihtilal denmez, kendi devletine karşı savaş ihtilal... mevcut düzlemde ise, darbeyle ihtilalle hayırlı bir şey becerilme ihtimali düşük. ezcümle el-mecbur demokrasi, biz adam olana kadar...
bütün programlar liberal-demokratik işletim sistemi üzerinde mi çalışmalı? bu ukalalık çok can sıkıcı... sokakta laübali olanların zopayla ikaz edilmesine karşıyım, ama bunun sebebinin insan haklarıyla hiç alakası yok, usul ve üslup meselesi. mümkün olduğu kadar her şeyin serbest olması lazım anlayışını benimsememek, geleneği insan arzuları karşısında anlamsız görmemek tutuculuksa…
*
darbeye zemin hazırlayan eylem ve darbe, ayrıca da darbeye karşı olmak, olmamak. çok şirin bir yorum tabii, ama konumuz bu değil... konumuz (takıntılıyım, evet) ama meselesi. işbu çok şekerpare darbeli yorum da gözel bir malzeme. hadi bunu ‘ama’sız incele sıkıysa... bahsi geçen yorumun, gerçek sebep sonuç ilişkilerine dayanıp dayanmadığı meselesini bir kenara bırakalım ve başka bir tarafına bakalım... falan onu yaptı, o zaman da filan bunu yaptı olaylarını tahrikli ve tahriksiz olarak ikiye ayırmak lazım, tahriksiz olanları da taksirli ve taksirsiz deiye ikiye ayırabiliriz. aynı şablondan üç ayrı durum çıkabiliyor. tahrikli deyince ilk fiili işleyenin, ikinci fiilin işlenmesini hedeflemiş olmasını anlıyoruz, taksirli ise ilk fiil bir kabahat, ama ikinci fiilin işlenmesini hedeflemiyor. taksirsiz ise ilk fiilde hatalı bir şey yok... adam darbeyi tahrik etmiş olabilir, bu durumda kabahatlidir. ama bu darbe yapanı aklamaz. adam belki kabahatlidir, ama bu illa darbeye teşvik sayılmaz, darbe yapanın mesuliyetini ortadan kaldırmaz. adam tamamen kabahatsiz de olabilir. darbe yapan her durumda mes'ul, ilk fiil ne olursa olsun. ilk fiille alakalı mesuliyet de duruma göre değişiyor. düz mantıkla bütün faturayı tek tarafa kesmeyecekseniz, ihtimaller değerlendirilmeli. trafikteki x/8 kusur sistemini siyasette de mi uygulasak?
*
yaw arkadaş demokrasiyle sandığın, sandukanın ne alakası olur? sanduka istiyorsanız gidin türbelerinize, pis gericiler...
*
şiddet??? - cemel?/müseyleme? - gandhi?? kafam karışık, iki dakka bi hasta gelmeyebilir mi lütfen...
allahu a'lem hz. peygamber hz. ebâzerr'e tavsiyesinde cemel vb vak'aları işaret ediyor. bu bir örnektir. silah kullanmamaya teşvik… diğer taraftan mesela müseyleme meselesi gibi silahla çözülen meseleler de var, bu da başka bir örnektir. vak'anın hangi örneğe göre anlaşılması gerekir emin değilim, hangisi sünnete uygundur emin değilim... diğer taraftan gandhi diye bir adamcağız "pasif" metodlarla üzerinde güneş batmayan ingilizleri dehledi koca kıtadan




Hiç yorum yok: