1) devleti savunmanın bir yolu da hatasını eleştirmektir. devlet
görevlilerinin her yaptığı doğrudur diye bir kural yok. devletin fonksiyonu
millete hizmettir. bunu ifa etmiyorsa, aksine hareket ediyorsa, düzeltilmesi
gerekir.
2) devlet insanların kendilerini, haklarını korumak için kurdukları
temel organizasyondur. sürekli devlet kavramını hedef tahtasında tutmak insanlara
saldırmaktır. devlet kimsenin düşmanı değildir.
3) toplumda asayişin korunması için insanlar kuvvet kullanma
haklarını devlete devrederler. devlet kuvveti doğru veya yanlış kullanabilir, ama
insanlar kuvvet kullanıyor, şiddete başvuruyorsa bu kesinlikle hatalıdır.
4) devletin kendi vatandaşına hukuksuz bir şekilde şiddet uygulaması
kabul edilemez. ama bundan insanlar molotofla istedikleri yere saldırabilir
anlamı çıkmaz. bir konuyu değerlendirecekseniz, bütün yönlerini ele
almalısınız. ısrarla bir tarafını gözardı ediyorsanız bunun açıklaması ya
artniyettir, ya da ahmak olmaktır.
5) devletin "başarısı" toplumun seviyesinden bağımsız
değil, devlet kurumlarını insanlar işletiyor, ortalama insan kalitesi neyse, devletin
yaptığı, yapabileceği de odur. ortada bir sorun varsa çözümü insana yatırım
yapmaktır, devlete saldırmak değil.
*
molotof kurşunu aklamaz, kurşun da molotofu aklamaz, iki ayrı yanlış
var ortada. sıkıntı tamamen haklı bir taraf ve tamamen haksız bir taraf
kurgulamaya çalışmak. bir de "kabahatin" türünü doğru belirlemek
lazım, olan bitene dair net bir haber alınamıyor, hep taraflı-çarpıtma bilgiler…
birini kasten vurmak ayrı bir kabahattir, kazara vurmak ayrı bir kabahattir,
burada olan hangisi, kasıtlı suç mu taksirli suç mu? saldırgan bir kalabalığı
dağıtmaya çalışırken, kazara birini vurmak başka, saldırgan bir kalabalığı
dağıtmaya çalışırken kasten birini vurmak başka, saldırgan olmayan bir
kalabalık sözkonusuyken ateş açmak başka. hiçbiri doğru olmayabilir, ama yanlışlık
dereceleri aynı değil. her faktörü ayrı değerlendirmek lazım.
*
türkiye dediğimde 1040'tan itibaren tek bir şeyi kastediyorum... devlet
değil -bin yıldır- hiç değişmeyen, sistem -yüz yıldır- "yes
minister"i hatırlarsak, o kadar kolay değil. bunlar daha ziyade bürokratik
refleksler, her kurumda var, ama silahlı olanları göze batıyor. daha ziyade
devlet kadrolarının da halkla aynı arızaları taşıyor olmasından kaynaklanıyor,
marstan gelmiyor adamlar. bunun çözümü insan kaynağına yönelmek, toplumun genel
seviyesini değiştirmeden değişmez o kadar çok. ayrıca halkın devletle ilişkisi
de bir acayip ve bu yapıyı o da besliyor, bağzı ilçelerin bütün kalkınma
vizyonu: “devlet buraya bir şey yapması lazım”...
ilk çalışmaya başlarken halka hizmet etmeye çalışıyorsun, sonra
kendini halktan korumaya çalışmak bunun yerini alıyor, bürokrasinin genel
çerçevesi çoğunluğa karşı azınlık gibi.
çok faktör ve tarihi sebepleri var, bunlardan biri de halk. hem
bürokrasinin içinden çıktığı insan kaynağı olarak, hem de hizmet alma
alışkanlıkları dolayısıyla. ikincisi son yıllarda daha belirgin, eskiden ağzına
şamarı yiyen oturuyordu; şimdi kendisine yardımcı olmaya çalışanı bile dövmeye
kalkıyorlar, o zaman da ters sebeple de olsa eski alışkanlıklar gevşemiyor. kurumlar
birbirinden farklı tabii, polisin şartlarıyla doktorunki aynı değil. ama genel
bir kendini koruma refleksi var. bu da abartılı olunca maksadının tersine
hizmet ediyor.
şener şen'in bir üçkağıtçı kayın birader tiplemesi var, a. t. alkan
bir yazısında bizim devlet kafası için örnek gösteriyordu. mantık, sebep sonuç
ilişkileri hesap kitap gibi konulara çalışmamız lazım biraz...
asayişi sağlamanın yolu suç işlemek, zulmetmek değil; vahamet her
tarafta...
sadece işgal değil, bin yıldır savaşan toprağa tırnağıyla tutunan bir
toplum; sadece travma değil biraz gerekler de var. elbette kendi halkına
zulmetmek bu gereklere dahil değil
kantarın topuzu bir o yana bir bu yana savruluyor, devlete karşı
duranlar nasıl bir zaruret olduğunun farkında değil. doğru-yanlış devlet eliyle
yapılan her şeyi savunanlar da buradaki stratejik ve etik hatayı görmüyorlar
asimetrik de olsa kurşunu ve molotofu aynı anda masaya yatırmayan
yorumlar her iki cenahı da mevziinde sabitliyor. herkes karşı tarafın hatalı
fikrini kendi hatalı fikri için destek olarak kullanıyor. devlet ne isterse
yapar diyenle devleti tanımayanın farkı yok, istibdat da bağy de zulüm
türleridir. allah cümleye hidayet eyleye...
*
tilkitilkisaatkaçokrasi diye bir rejim var mıydı?
*
evet bunlar karışık işler. darbeye de demokrasiye de ihtilale de
karşıyım. bir de huruç ale's-sultan konusu var, muhtelefün fih... diğer
taraftan kısa ve belki orta vadede uygulanabilir ehven-i şer demokrasi... demokrasi
bizim ahalinin anlamadan reddettiği bir şeydi, şimdi de anlamadan kabul
ediyorlar; anlayarak reddedecekleri ve uygulayacakları günü bekliyoruz, gerek
kalmayacağı günü daha çok bekliyoruz...
*
bu benim devletim, üstündeki kenelerin değil...
*
hakkın batıla karşı güç kullanması meşru da, darbe belirli bir
konsepte ait; tam örtüşmüyor, ehven olan sistemin kavramı darbe, onun da kötü
çocuğu. ideal sistemde ise darbeye mahal yok... işin mantığı akebe biatıdır,
darbe, ihtilal vb bizatihi ehemmiyeti olan mefhumlar değil. mevcut bağlamda
mânâları var ancak... gerçi ihtilal geniş ölçekte de değerlendirilebilir, ama
orada da olumlu bir manası yok pek. aslolan isyan değildir. biat ve itaattir.
devlettir. cihattır. huruç ale's-sultan istisnai bir şeydir. ihtilal ve darbe
romantize edilmemeli. kür şad ihtilali de ihtilal değil bu arada, başkasına
karşı savaşıyorsan ona ihtilal denmez, kendi devletine karşı savaş ihtilal... mevcut
düzlemde ise, darbeyle ihtilalle hayırlı bir şey becerilme ihtimali düşük. ezcümle
el-mecbur demokrasi, biz adam olana kadar...
bütün programlar liberal-demokratik işletim sistemi üzerinde mi
çalışmalı? bu ukalalık çok can sıkıcı... sokakta laübali olanların zopayla ikaz
edilmesine karşıyım, ama bunun sebebinin insan haklarıyla hiç alakası yok, usul
ve üslup meselesi. mümkün olduğu kadar her şeyin serbest olması lazım
anlayışını benimsememek, geleneği insan arzuları karşısında anlamsız görmemek
tutuculuksa…
*
darbeye zemin hazırlayan eylem ve darbe, ayrıca da darbeye karşı
olmak, olmamak. çok şirin bir yorum tabii, ama konumuz bu değil... konumuz
(takıntılıyım, evet) ama meselesi. işbu çok şekerpare darbeli yorum da gözel
bir malzeme. hadi bunu ‘ama’sız incele sıkıysa... bahsi geçen yorumun, gerçek
sebep sonuç ilişkilerine dayanıp dayanmadığı meselesini bir kenara bırakalım ve
başka bir tarafına bakalım... falan onu yaptı, o zaman da filan bunu yaptı
olaylarını tahrikli ve tahriksiz olarak ikiye ayırmak lazım, tahriksiz olanları
da taksirli ve taksirsiz deiye ikiye ayırabiliriz. aynı şablondan üç ayrı durum
çıkabiliyor. tahrikli deyince ilk fiili işleyenin, ikinci fiilin işlenmesini
hedeflemiş olmasını anlıyoruz, taksirli ise ilk fiil bir kabahat, ama ikinci
fiilin işlenmesini hedeflemiyor. taksirsiz ise ilk fiilde hatalı bir şey yok...
adam darbeyi tahrik etmiş olabilir, bu durumda kabahatlidir. ama bu darbe
yapanı aklamaz. adam belki kabahatlidir, ama bu illa darbeye teşvik sayılmaz,
darbe yapanın mesuliyetini ortadan kaldırmaz. adam tamamen kabahatsiz de
olabilir. darbe yapan her durumda mes'ul, ilk fiil ne olursa olsun. ilk fiille
alakalı mesuliyet de duruma göre değişiyor. düz mantıkla bütün faturayı tek
tarafa kesmeyecekseniz, ihtimaller değerlendirilmeli. trafikteki x/8 kusur
sistemini siyasette de mi uygulasak?
*
yaw arkadaş demokrasiyle sandığın, sandukanın ne alakası olur?
sanduka istiyorsanız gidin türbelerinize, pis gericiler...
*
şiddet??? - cemel?/müseyleme? - gandhi?? kafam karışık, iki dakka bi
hasta gelmeyebilir mi lütfen...
allahu a'lem hz. peygamber hz. ebâzerr'e tavsiyesinde cemel vb
vak'aları işaret ediyor. bu bir örnektir. silah kullanmamaya teşvik… diğer
taraftan mesela müseyleme meselesi gibi silahla çözülen meseleler de var, bu da
başka bir örnektir. vak'anın hangi örneğe göre anlaşılması gerekir emin
değilim, hangisi sünnete uygundur emin değilim... diğer taraftan gandhi diye
bir adamcağız "pasif" metodlarla üzerinde güneş batmayan ingilizleri
dehledi koca kıtadan
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder