7 Ekim 2015 Çarşamba

Rabıta



Yazmak belki hiç bu kadar mânâsız olmamıştı, ama elimden gelen bir şey yok ve olup bitenden kaçıp, her şeyi derinlere itmem gerekiyor belki, yine de -gerekli ya da gereksiz- yazmak istiyorum. Alışkanlık mıdır, sevk-i tabii midir, başka bir şey midir; hiçbir fikrim yok ve belki yazmak için bir sebebe de gerek yok.

Kalbimi yokladım, kendimi suçlu hissetmiyorum. Gücümü aşan bir şeyden nasıl sorumlu olabilirim? En küçük bir ipucu vermedin, kalbini açmazsan, içindekileri nasıl bilebilirim? Bu yeni bir tecrübe, yüzüne yayılan tebessüm, buzdağının görünen yüzüymüş demek ki... Perde her açıldığında, arkasında kendi aczimizi, cehaletimizi görüyoruz.

Olup biteni hayal edebiliyorum, ama neticede bu sadece bir hayal. Muhakemem veya sezgilerim, sır perdesini aralayabilir mi? Pek de öyle olmadığını görmüş bulunuyoruz. O halde bu hayali, bir "acaba" parantezine almamız gerekiyor. Yine de net bir hayal: bir sırtlan hırlayarak üzerine geliyor, bir yılan zehriyle seni felç ediyor; ümitsiz bir tablonun orta yerinde, büyük bir ağırlığın altında boğulup gidiyorsun. Ben o esnada çok uzaktayım ve belki de ben zaten hep çok uzaktayım.

Sonra? Perdenin bu yanında görünen sadece büyük bir boşluk. Perdenin bu yanında olup biten, sadece bomboş bir sessizlik, içine atılan her şeyi küçülten, ufalayan, yutan, yok eden bir durgunluk. İfadesiz bir yüz, yarı açık kalmış gözlerde ifadesizliğin somut sureti, yarı bükülü parmaklarında trajik bir ânın silik gölgesi... O anda orada değildik, orada olsaydık o an olmazdı, o anda orada olmak mümkün değildir, iki zıt kutup gibi asla bir araya gelemeyecek iki şey sözkonusu.

Kompozisyon kurallarını boşverelim, bu yazının bir sonu olmayacak elbette; pat diye saçma sapan bir şekilde kesilip bitmesi gerekiyor bu yazının. Başka bir deyişle, bu yazı asla bitmeyecek. Şu halde, mühim olan bu yazı değildir. Mühim olan, mühim olmayana bakıp, mühim olanı görebilmektir. Analoji istediği kadar bir mantık mekanizması olmasın, misallerde ibret vardır, ibrette hikmet vardır. Satırların ne yana akıp gittiğinin hesabını yapamayız, satırlara fazla takılmak hatalı ve fakat satır aralarının muhasebesi -mümkün olursa- bir saniye bile kesilmeden devam etmeli. Evet efendim, neleri göremediğimi, bütün perdeler açılmadan evvel bilmem mümkün değil, ama ne gördüğümden eminim. Seni gördüm, çok az görebilmiş olabilirim, pek uzaktan görebilmiş olabilirim, ama seni gördüm. Seni tekrar görebilmeyi ümit ediyorum. Seni güzel gördüm ve daha da güzel görebilmeyi ümit ediyorum. Yüzüme bir kova su çarptın, bir daha uyuyakalmamayı diliyorum. Sözü uzatmaya gerek yok, aczimize sarınıp sabahı bekleyelim. Sabahın bir sahibi var...

İrtibatı koparmayalım kardeşim...


07.10.2015 Eğin

5 Eylül 2015 Cumartesi

Devletin küfesi kaç okka

Yumurta küfesini uzaktan taşlayıp "tağut te ce" diye bağırırken hava hoştu, bir taraftan etnik fitne mangalını yellerken diğer taraftan İttihad-ı İslam hayalleri kurabilirdiniz. Vaktâ ki İslamcılar Devlet'in elifbasını hecelemeye başladı, ümmetçi kılığındaki etnikçilerin fiyakası bozuldu, şimdi asıllarına rücû ediyorlar. Bu da bize ders olsun; madde bir: "tağut" olan "te ce" değildi, madde iki: aynı anda hem bölüp hem de birleştirmek mümkün değil. Bir yanda Ziya Gökalp ve Yusuf Akçura'nın, diğer yanda Mehmed Akif Ersoy ve Said Halim Paşa'nın sancısını çektiği ortak bir şey vardı ki, bu sancı sizde yoksa Bu Ülke'nin derdinde değilsiniz demektir. Halkların sarhoşluğundan ayılın, hâlâ "devrim" sayıklayan bir iki eski tüfeği bırakın bir tarafa da safta hizaya girin. "Hakkıdır Hakk'a tapan milletimin istiklâl"...

22 Temmuz 2015 Çarşamba

Osmanlıca Nedir, Nasıl Öğrenilir?

-Geornalist-


Evvela tabiri tashih edelim: Osmanlıca diye bir şey yok aslında. Bu klişe bir tabir ve bazen insanların olumsuz fikirlerini sağa sola saçmalarına da hizmet ediyor. Diğer taraftan aslında kastedilen mânâ da tek değil. Klasik Türkiye Türkçesi ve Arap Harfli Türk Yazısı diye iki farklı kavram, tek bir Osmanlıca kelimesi ile söyleniyor, bu da kafa karışıklığını arttırıyor. 

Peki "Osmanlıca" öğrenmek için ne yapmak lazım? Osmanlıca öğrenmek başka bir dil öğrenmek değildir, aksine kendi dilinizi adam gibi öğrenmenin tek yoludur. Dolayısıyla Osmanlıca öğrenmek için yapmak gerekenin, tersinden giderek- önce Türkçe'yi çok iyi öğrenmek olduğunu görebiliriz. Yani aslında önümüzdeki meselenin en büyük tarafı elifba öğrenip kelimeleri hecelemeye başlamak değil, "İmparatorluk Türkçesine" imkan nisbetinde hakim olmak. Yeni başlayanları korkutacak bir hedef göstermiş olabiliriz, ama heyecanlanacak bir şey yok, bir ucundan başlamak o kadar da zor değil, ne kadar ilerleyebileceğiniz de hedeflerinize, gayretinize, kaabiliyetinize bağlı bir husus. 

Eski yazıyı, ne kadar iyi anlarsanız o kadar iyi okuyabildiğiniz söylenir. Arap harfiyle yazılmış kelimeleri sökebilmek için, orada ne yazıyor olabileceğini tahmin edebilmek gerekir. Bu husus zaman zaman uzmanları da zorlayabilen bir meseledir. İhtisasınız Tıp Tarihi üzerine ise, tarihî tıp metinlerini nisbeten rahat okuyabildiğiniz halde, mesela siyasi-hukuki bahislerle alakalı bir metinle karşılaştığınızda okuyamamanız, anlayamamanız şaşırtıcı değil. Belirli bir maksatla Osmanlıca öğrenmek istiyorsanız, Türkçe'yi iyi bilmekle kalmayıp, o sahanın terminolojisine de hakim olmanız gerekiyor. 

İşe kolay tarafından başlamak istiyorsanız, eski metinlerin Latin harfine çevrilmiş nüshalarını okuyarak başlayabilirsiniz. Zaten bir dili öğrenmenin, eğer yazı dilinden bahsediyorsak, en iyi yolu, o dilin klasik metinlerini, güzel eserlerini okumaktır. Başta bu eserleri okurken zorlanacağınız, sık sık lugate müracaat etmek mecburiyetinde kalacağınız aşikardır, lakin emek vermeden de olmuyor...

Lisana hakim hale gelince işi büyük nisbette kolaylaştırmış oluyorsunuz, elifba kısmı sanıldığı kadar zor değil. Türkçe asıllı kelimeler, ekseriyetle belirli kaidelere göre yazılır ve Kur'an okuyabilecek kadar harfleri öğrenmiş biri, bu kelimeleri kısa bir girişten sonra okuyabilmeye başlar. Elbette ne kadar fazla pratik yaparsanız, o kadar hızlı ve hatasız okuyabilirsiniz. Farsça ve bilhassa Arapça asıllı kelimeleri okuyabilmek için, bu dillerin gramerlerine dair biraz bilgi sahibi olmak kolaylık sağlar. Osmanlıca açısından ihtiyaç duyduğunuz kısmını öğrenmeniz, o kadar da zor değil. Diğer taraftan, eğer kelime bilginiz iyiyse, gramer konusunda açığınız olsa bile, vaziyeti idare etmeniz mümkün. 

Konuyu olduğundan zor göstermek kadar, fazla kolay göstermek de hatalı. Biri size üç-beş günlük bir çalışmayla mezar taşlarını sular seller gibi okumaya başlayabileceğinizi söylerse inanmayın. Hem heveskarlar beklemedikleri bir neticeyle karşılaşınca işin ucunu bırakabiliyor, hem de aslında okuyamadığı halde okuyabildiğini sananların yalan yanlış yazıları zihinleri bulandırabiliyor. Matbu yazı okumak, el yazması okumaktan daha kolaydır. Nesih hattını okumak, Divanî hattını okumaktan daha kolaydır. Metin okumak istifli yazıları okumaktan daha kolaydır. Hedefinizi, programınızı belirleyin; size göre kolay olan kısımdan başlayın ve çalışmaya devam edin. Gayret kuldan, tevfik Allah'tan...

2 Temmuz 2015 Perşembe

enformatik alacakaranlıkta doğu türkistan / tw

doğu türkistan'dan sağlıklı haber almak zor, çin her türlü iletişim kanalını baskı altında tutuyor. haber alma anlamında alacakaranlık bir durum var, bu da olumlu veya olumsuz yönde abartılmaya imkan veren bir hal. kolayca kanallardan birini hayalci olmakla, komplo kurmakla suçlayabilirsiniz, aksini ispat etmek kolay değil. gelelim meseleye: son günlerde yeni bir büyük hadise yok, birden bire tepki patlamasına sebep olacak bir şey yok. tepkiyi organize edenler neden bu vakti seçtiler bilmiyorum. keza ortada gezen resimler de aktüel değil veya sahih değil. diğer taraftan bunları mazeret gösterip hacı yalan bunlar memleket günlük güneşlik demek de gaflet, dalalet, hiyanet... içki içme festivali gibi bir şey gerçekten yapıldı, muhtemelen ramazanda yapıldığı için tepki çekti. ama olay hangi ara ne şekilde zorla içiriyorlar şekline döndü, takip edemedim. zorla içirme diye bir şey var-yok bilmiyorum. oruç yasağı var, senelerdir var. memurlar ve öğenciler sıkı şekilde denetleniyor. namaz yasağı da var. camilere giriş çıkış ciddi şekilde denetleniyor, kısıtlanıyor. bilhassa gençler uzak tutulmaya çalışılıyor. sırf namaz kıldığınız için kendinizi terörist suçlamasıyla gözaltına alınmış bulabilirsiniz. sırf gözaltına alındığınız için de ölebileceğiniz bir ülke çin. polisi, askeri, cezaevi, mahkemesi dünyaca meşhur. son bir buçuk yıldan beri de baskılar arttı. kunmung tren istasyonunda bıçaklı bir grubun saldırısıyla çok sayıda ölen oldu. bunun gibi olaylar yüzünden veya başka bahaneleri kullanarak çin baskıyı giderek arttırıyor. zaman zaman "amatör" havası veren bir takım "terör eylemleri oluyor, vukuat eksik olmasa da hangisi nedir çözmek zor. hangisi tepesi atan vatandaş modeli fevri kalkışma, hangisi yetersiz planlanmış, az malzemeli "istişhad" eylemi, hangisi çinlilerin durduk yere maraza çıkarmasından çıkan hadiseler, uzaktan bakıp seçmek zor. ancak çin'i tanıyoruz. konuyu düzenli takip eden haber kaynakları arasında rfa ve wuc sayılabilir. bunları yanlı bulanlar olabilir, ama yanlı yansız kimse kolay haber alamıyor, her şey yolundaysa bu gizlilik neden? çin'in bazı yerlerinde işler nisbeten yolunda. baskının en yoğun olduğu yer doğu türkistan. çinli yapsa sopa yiyeceği hareketi uygur yaparsa öldürülebilir. şanhay'da, hong kong'ta hoş görülen urumçi'de ezilir. hong kong'da uzun süredir eylemler oluyor, büyük kalabalıklar toplanıyor. aynı hadise turpan'da, kaşgar'da olsa hepsi ölür. keza töngen (=hui=çinli müslüman) taifesine de nisbeten kıyak çekiliyor, onları aynı oranda ezmiyorlar. yani doğu'da büyük bir şehirde, bir iki normal yaşayabilen müslüman görmüş olsanız bile, bu türkistan hakkında fikir vermez. doğu türkistan tabii kaynaklar bakımından alabildiğine zengin, halkı alabildiğine fakir. çinli alıyor ne varsa. türkleri türkistan'dan alıp uzak bölgelere gönderiyor, çinli kalabalığını türkistan'da iskan ediyor, demografik dengeleri bozuyor, türkleri asimile etmeye, yok etmeye çalışıyor. zaman zaman büyük çaplı hadiseler ve katliamlar da oluyor, en sonuncusu bir yıl önce ramazan sonu/ bayram sırasında oldu. yarkent şehrine bağlı kasaba ve köylerde meydana gelen hadiselerde birkaç gün içinde 1000-3000 kişi öldüğü tahmin ediliyor. bölgeye girip çıkmak tetkik etmek doğrulamak mümkün değil, ancak sızan haberlere göre ve bölgenin yapısına göre hesaplanan sayı bu şekilde, ortalama 2000 kişi diye ifade ediliyor. sürekli bir gerginlik olduğu söyleniyor... bu "mutlu" ülkede herhangi bir anda başörtüsü veya sakal sebebiyle hapsedilebilirsiniz, ayyıldızlı tişört giydiğiniz için suçlu sayılabilirsiniz. namaz kılmak için bir evde toplandığınız için öldürülebilirsiniz. gözaltında kaybolursunuz, yakınlarınız toplanıp protesto etmek isterse üzerlerine ateş açılır. bu "huzurlu" ülkede her an birinin canına tak edip bıçağı çektiği gibi karakola hücum edebilir. her an küçük bir kelebekten çıkan bir hadise, bir katliam fırtınasına dönebilir... hadiseleri sağlıklı kaynaklardan takip etmek, sağlıksız tepkiler üretmemek açısından faydalı olacaktır. bazen meselenin iyi niyetli şekilde savunulma tarzı düşmana yarayabilir, dikkatli olmak gerekir.türkiye'de mantık kullanabilen az, dolayısıyla işi düzgün yapmak sıkıntı olabiliyor, bilhassa dış haber içeride tekrar üretilirken değişebiliyor, bunlara dikkat etmek lazım. mesela adamlar karakol basıyor, kendileri ölüyor, yoldan geçen masumlar ölüyor, çinli polisler de ölüyor, toplam sayı x. bizim basın bunu çinliler x kişiyi öldürdü şeklinde verebiliyor. halbuki sayıya çinliler de dahil... çok kaynak var, ama özetle rfa, wuc ve yerel basın olarak da dünya bülteni iyi... 


http://www.uyghurcongress.org/tr/

http://www.rfa.org/english/

takip edin, dua edin, allah selamet vere...

9 Haziran 2015 Salı

Koalisyon Meselesi


Ak Parti ve MHP'nin birbirine mecbur olduğunu, bilmem fark eden var mı? MHP'nin "kazandığı" oylar, daha önce Ak Parti'ye verilen Ülkücü oylarının bir kısmı. Bunun gerisi de var. Muhtemel bir erken seçimde Ak Parti'nin %40'ın da altına inmeyeceğinin bir garantisi yok. Diğer taraftan Ülkücü oylarının 2002'de MHP'yi meclisin dışında bıraktığını da hatırlamak da lazım. Hata yapan gider.

Anayasa meselesi uzun süredir olduğu gibi sürüncemede bırakılabilirdi ve bu seçimler de bu kadar kritik bir manzara arz etmeyebilirdi. Lakin sayın Cumhurbaşkanı'nın başkanlık sistemi ısrarı, anayasa değişikliğini önümüzdeki gündem haline getirdi. Diğer taraftan çözüm süreci denen hadisenin vardığı nokta ve konuyla ilgili beklentiler de konuyu gündeme çivilemiş oldu. Bir önceki seçime nazaran bu seçimde görülen fark da esas itibariyle bu konudan kaynaklanıyor. Önümüzdeki tabloyu doğru okumamız gerekiyor.

Seçim neticesi bir hükûmet krizini kucağımıza bıraktı ve krizin çözüm şekli de seçimin etrafında döndüğü konuyu nasıl okuduğumuzla alakalı olsa gerektir. Ayrılıkçı kanat kartlarını açtı, koparacağını kopardı. Ak Parti'nin bu istikamette daha fazla oy kaybetmesi muhtemel görünmüyor. Meselenin hallini ayrılıkçılara taviz vermekte görür ve o yönde adım atarsa, daha fazla Ülkücü oyunu kaybedeceği ise aşikar. Diğer taraftan Ak Parti iyi niyet gösterip MHP'ye doğru bir adım atar da, MHP buna makul karşılık vermezse, hem Ak Parti'yi ayrılıkçı istikamete itmiş, hem de hükûmet krizinin çözümüne katkıda bulunmamış olur. Bu durumda da faturanın MHP'ye kesilmesi ve erken seçimde kazandığından daha fazlasını kaybetmesi ihtimali gündeme gelebilir.

Uzun lafın kısası, her iki partinin de takkeyi önüne koyup düşünmesi; mesele çıkarmaktan çok, mesele çözmeye odaklanması faydalı olacaktır kanaatindeyim. 

3 Nisan 2015 Cuma

allosentrik siyaset / not


kolektivistik ve individüalistik toplumlar/ kültürler var, yani bazıları "toplulukçu" bazıları bireyci. kişilerin karakterleri de buna göre, bazısı "allosentrik" bazısı "idiosentrik". bu terimlerin türkçe karşılığı yok, ama kısaca tarif edecek olursak bazı fertler daha ziyade gruba bağlılık gösteriyor, bazıları fert olarak kendini öne çıkarıyor. allosentrik olanlar, yani gruba bağlı olanlar, kendilerini sosyal varlıklar üzerinden tarif etme eğilimi gösteriyor. bizde bunun en bariz misallerinden biri kendini memleketi üzerinden tarif etmektir: hayatında sivas'ı görmemiş olsa bile, şahıs kendisini "sivaslıyım" diye tanıtır mesela. cemaatler, siyasi kamplar vb. liste uzatılabilir. bu tarz kişiler grup kurallarını içselleştirir ve grup beklentilerine uygun davranmaktan hoşlanır. bu tarz kişilerin ağırlıkta olduğu kültürlerde en büyük ayrım grup içi ve dışı arasındadır, yani "biz" ve "onlar" belirleyicidir. allosentrik kişilerin motivasyonları başkaları tarafından kabul görme, kendini başkalarının ihtiyaçlarına göre ayarlama ve şahsi talepleri-beklentileri geri çekme ile ve davranış özellikleri sosyal doku, normlar ve rollerle alakalıdır ve farklı durumlar arasında davranışları tutarsız olabilir, yani bir seferinde bir türlü, başka seferinde başka türlü davranabilirler, sabit bir takım ilkelere göre hareket etmeyebilirler. türkiye'de ağırlıklı olan -bazı başka toplumlar kadar "sert" olmasa da- gruba bağlılık gösteren tür. bu tespit siyasette ilkeli davranış konusunu düşünürken hesaba katmamız gereken bir veri. konu sosyal psikoloji konusu ve bir grup davranışı modeli sözkonusu. gruba bağlı veya ferdiyetçi modellerden biri doğru diğeri yanlış değil, bunlar kolay kolay değiştirilebilir vasıflar da değil. bazı problemler sosyal yapımızdan kaynaklanıyor, ama bu ne sosyal yapıya savaş açmamız gerektiği mânâsına geliyor ne de sosyal yapının hatalar için mazeret teşkil edeceği söylenebilir. dağ ne kadar yüksek olsa yol üstünden aşar, ama önce yolu yapacağınız yerde bir dağ olduğunun farkına varmanız ve kendinizi buna göre ayarlamanız gerekir. 

13 Mart 2015 Cuma

kabataş efsanesi / not

kabataş bilmecesi gerçek mi, yalan mı, bunu çözmekten ne gibi bir netice hasıl olabilir?

doğru olduğunu ispatlamış olsaydık, bir kısım gezici tayfanın dindarlara nefretini belgelemiş olabilecektik. halbuki bunu zaten biliyoruz, kabataş'a ihtiyaç yok

hükumetin güvenilirliğini test etmiş olabilecektik, ama o zaten her türlü zedelendi, kabataş %100 doğru bile olsa tamiri zor

bir sürü laf söz hariç elde delil olarak ne var? küçük bir video parçası. söylenenlerin doğru olmayabileceği veya tam olarak söylendiği gibi olmayabileceğini destekler gibi durmakla birlikte ispatlamıyor. aksini de ispatlamıyor.

bu durumda kabataş tartışıp durmak ahmaklıktan başka bir şey değil.

ama kabataş efsanesinin devamı safları sıkışık tutmak bakımından iki cenahın da işine geliyor.

bu arada esas meselenin fersah fersah uzağındayız. dindar ne demektir?

örtüsüz kadın resmi görünce hiçbir refleks devreye girmeden, hiçbir şekilde frenlemeden rt yapmak dindarlığın neresine düşer?

kabataş yalan olsa ne olur, gerçek olsa ne olur, küllüm yalan olmuşuz zaten...

19 Şubat 2015 Perşembe

Kabile kafası, kötülük vb /tw

kepazelikten, birilerinin hatalarından bahsetmekten; başınıza gelse gizlemek isteyeceğiniz şeylerin fâş olmasından hoşlanıyorsanız +

problemin neresinde durduğunuzu tekrar gözden geçirin. sembolik bile olsa ezmek, tahkir etmek keyif mi veriyor? farkınız ne?

sizin gruptan bir adam öyle halt yese "yok öyle" falan diye savunmaya geçeceğiniz, havaya bakıp ıslık çalacağınız bir ahval,

karşı gruptan birine ârız olunca ballandıra ballandıra mevzu ediniyorsanız, kendinizi bir yoklayın, sorgulayın

acaba "prensip" mi sizin için öncelikli, taraftarlık mı? savunduğunuzu sandığınız değerleri gerçekten benimsemiş, içselleştirmiş misiniz?

kötü olan şey size eza mı veriyor, kiminle alakalı olursa olsun, keşke olmasaydı mı diyorsunuz;

yoksa konu sadece kötülüğün size nisbetle nerede durduğu mu?

başkası günah işlemiş ve bu açığa çıkmışsa ve siz bundan keyif almışsanız, buradan günaha karşı olduğunuz mu çıkar, başkasına mı?


sırf "bizden" olmak bile izzettir, "onlar" için her zillet iyidir diyorsanız, bu kabile kafası oluyor, cahiliye gibi bir şey oluyor.

15 Şubat 2015 Pazar

Şiddet, Duyarlılık, Maneviyat, Cemiyet / tw+


Semptom: hastalığın arazı, belirtisi. Etiyoloji: hastalığın sebebi. Mesela bir kısım safra yolları veya karaciğer hastalıklarında ciltte sarılık denen bir belirti ortaya çıkar. Hastalık ciltte değildir. Tedaviyi hastanın cildine uygulamazsınız. "Sarılık" bir hastalık değildir.

Ne zaman vahim bir hadise olsa, bir sürü insan duyarlılıklarını göstermek için sıraya giriyor, ama bir süre sonra konu unutuluyor ve herkes yatışıyor, yeni bir hadiseye kadar. Hiçbir zaman problemi teşhis etme gayretimiz olmuyor, teklif edilen çözümler de genellikle pansuman seviyesinde kalıyor.

Türkiye'de son bir asırda her türden suçun artış göstermesinin temel sebepleri: maneviyat alanında erozyon ve sosyal çözülme. Cezaların suçla mütenasip hale getirilmesi caydırıcı olur, önemli bir tedbirdir muhakkak, ama problemi çözmez. Bataklık her zaman gözümüzün önünde duruyor, ama biz sadece sinek bizi ısırınca ve sadece sineğe tepki gösteriyoruz.

Şiddet insan tabiatının bir parçasıdır, yok edilemez, ıslah edilmesi ve olumlu yönde kanalize edilmesi gerekir. Otokontrol mekanizmalarının gelişmesi vicdan terbiyesiyle (eğitim değil) olur, ancak değerleri olan insanlar kendilerini kontrol etme ihtiyacı duyabilir, değer terbiyesi insana bir pusula sağlar. Değer terbiyesi sosyalizasyon süreci içinde cemiyet tarafından verilebilir, başka bir aktarılma yolu yoktur. Cemiyet bağlarının güçlü olması, otokontrol yanında sosyal kontrolü de sağlar. İnsanların kalabalıkta kaybolmak yerine bir ağ içinde yaşamaları gerekli...

Geleneksel cemiyet düzeninde insanlar bir ağ içinde yaşardı, akrabalar, yakınlar, mahalleli; büyük ve küçüğün belli olduğu, herkesin birbirinden sorumlu olduğu bir hayatı sürdürürdü. Değerler terbiyesi bu ağ içinde verilir, uygulaması bu ağ tarafından denetlenirdi. Batılılaşma, metropolleşme, sanayileşme süreçleri boyunca bu ağ zarar gördü. Dinî ve örfî değerler sorgulanır hale geldi. Kendimizden uzaklaştık, ama Batı’nın bireysel ahlâk anlayışını da alamadık, Batı’nın kurduğu kontrol mekanizmalarını da kuramadık. Kurabilseydik de çok bir faydası olmazdı, Batı’da da suç oranları düşük değil. Bir şey yapacaksak, bu konuya eğilmemiz gerekiyor.

Meselenin maddi cihetinde ise gelir dağılımındaki eşitsizlik ve bu orman kanunu hayatının medya yoluyla insanların üzerine boca edilmesi yer alıyor. Sorumsuz bir şekilde çok kazanmak ve daha da sorumsuz bir şekilde çok harcamak sürekli insanların gözlerine sokuluyor, bu hayat tarzına kavuşabilmek için önüne çıkanı ezip geçmeye hazır nesiller, bilendikçe bileniyor. Başarısız olanların patlamaya hazır bombaya dönmesine zemin hazırlanıyor.


Manzarayı görmek için birilerinin ellerine geçirdiklerini iğfal etmesine, korkunç cinayetler işlemesine gerek yok. Şiddet kültürünün kaynadığı büyük bir apse olarak, futbol kültürü ortada. Birilerinin başkalarının canını yakmaktan haz duyduğu bir topluluk sizi dehşete düşürmüyorsa, resmi tam göremiyorsunuz demektir. Üçüncü sayfa ile arka sayfa aynı vahametin iki farklı arazı. Sokak çocukları, madde bağımlıları, kapkaççılar, trafik canavarları, amigolar, fanatikler, medya patronları, “sanatçılar” (!), mafya, hayali ihracatçılar, ihale canavarları hep aynı hastalığın arazları…

24 Ocak 2015 Cumartesi

Peşrev



İnce nakışlı girift bir zarafet, nümayişsiz, efendi bir eda, sükûnet söze perde; kelâm etmeye ne hâcet, gönlün merâmı bilinir: bu hep tek bir hikâyedir. Âlemin hikâyesi, âdemin hikâyesidir; dil susar, sazlar söyler, inler, âh eder. Hüzün ölçülü ve neşve daha bir ölçülüdür. Vakur bir ahenk akar gider. Fenâ ile bekâ arasında gezer hasbihâl. Âşinâ bir kıssanın, âşinâ hissesidir hikmet.

Zikrederiz, cenge gideriz, yâr severiz; güzeli bilir, güzeli söyleriz. Bir adım serviler gölgesinde, bir döner selâm ederiz.