Şehir kemâl-i edeble diz çökmüş oturuyor, sultânımın huzurunda, serâpâ reng-i muhabbet; sultânımın şavkı vurmuş, Beldetün Tayyibetün'ün yüzüne, kendi güzelliğinden mahçup, karşısındaki güzellikten mest; insan nasıl vurulmaz bu şehre...
Sultânım dostunun nurundan aydınlanıyor; sultânımın dostu benim efendim; efendim, sevgili...
Efendim yâdediyor, ben tekrarlıyorum; kelime dilimde, kelime gönlümde, kelime damarlarımda: damarlarım bu kelimeye gönül verenlerin damarlarıyla karışıyor, her kim bu yâdı tekrarlar ise, benim kardeşim. Uzak dağlardan kardeşlerim sesleniyor, sanki dağlar kaftanlarını toplayıp raks ediyor, arz dönüyor, sema dönüyor, zaman ve mekan dönüyor, kelime yedi iklimde çınlıyor...
Cahil, zalim ve acizim, hâlimi keremine arz ediyorum...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder