24 Temmuz 2014 Perşembe

İnsan falan / not


İnsan acayip bir şey, ne olduğu belli değil. İnsan için ayırt edici olanın irade olduğu açık. Ancak irade, basit muhakemenin ötesinde sezgisel süreçleri de ihtiva eden aklın bir fonksiyonu ve olmak ile bilmek arasındaki ilişkiyi de, aklın mahiyetini de kavramaktan aciz bulunuyoruz. Mükemmel bir akılyürütme için gerekli hayati malzemeden mahrumuz. Bu yönüyle insan bir parçası kasten eksik bırakılmış bir oyuncağa benziyor. Kilidi görebiliyoruz, fakat anahtar aşikâr değil. İnsanın macerası bu eksik parçanın arayışı olarak düşünülebilir. İnsan için asıl mesele yakînin elde edilmesidir diye düşünebiliriz. Peki gayb perdesinin beri yanında yakîn nasıl elde edilebilir? Konu bu.

Eğer akıl tamamen abes değilse –ki hiç öyle durmuyor- kilidin varlığı, anahtarın varlığı hususunda delil kabul edilebilir. Aklın kendini yaratmadığı açık, bu durumda ya yaratılmış olmak veya görünen dünyanın kadim bir parçası olmak ihtimalleri kalıyor. Mekanizmanın ötesinde anlam arayan yönüyle akıl bu dünyaya ait gibi de durmuyor. Sorular zaruri, cevaplar keyfi. Diğer taraftan soruların varlığı, bir cevabın da varlığını zaruri kılıyor. Soruyla cevabı bağlayan “anlam” bu dünyaya ait değil ve insanı var kılan da bir anlamın varlığı, anlam yoksa akıl da yoktur ve akıl yoksa insan da yoktur. İnsanın var olduğunun da gayet iyi farkındayız.


Filozofların yaptığı gibi sorularla oyalanmak yerine, bildirilmiş cevaplara odaklanmak daha sağduyulu bir hareket gibi görünüyor. İnsanı başka şeylerden ayıran vasfı, aynı zamanda onu bu dünyadan da ayırıyor. Bu dünyayla sınırlı kalmak, insanın kendini inkârı mânâsına geliyor. İnsan kendini “bilmekten” aciz olabilir, ama kendini bilmekten aciz olduğunu bilmekten aciz değil. Geriye kalan ise kendini “tanımak” ve ancak bu yolla kendini aşarak gerçekten insan olabilir.

Hiç yorum yok: