Issız
bir sahra, her şey savrulup gitmiş. Sadece izler var her yanda. Konanlara ve
göçenlere dair izler, geldikleri yerleri söyleyen, gitmeyi ümit ettikleri
diyarları işaret eden nişanlar... Gitmeli, terk etmeli artık bu sahrayı, kimse
gelmeyecek bundan sonra. Rüzgarla yürüyüp giden çalılar özlemez beni. Yolu
tekrar bulmalı. Bir kervan bulurum belki, birinin eteğine tutunur giderim.
Nereye gideceğimi bilmesem de, yol nereye giderse oraya giderim. Zaten nereyi
hedeflediğinizin yol indinde bir kıymeti yoktur, nereye isterse oraya götürür
sizi. Bazen yüksekte kuşlar dönüyor, sonra süzülüp gidiyorlar. Ufukta bir
beyazlık var, ya gökte sürüklenen bir bulut parçası veya karlı bir zirve. Eğer
bir zirveyse bu, eteklerini toplamış gidiyor demektir. Ufkun kenarından
kalkmış, göğe ağmaya niyetli gibi görünüyor. Sızlanmamak lazım, heybemdekiler
gitgide eksilse de hala bir şeyler var içinde. Kucağıma bastırıyorum heybemi,
içim boşluk, dışım boşluk, dokunabildiğim bir bu var. Dokunabiliyor muyum
gerçekten? Bazen elim içinden geçip gidiyormuş gibi geliyor. Heybem sırtımda,
heybemi özlüyorum. Boşalıp gider mi, acep, bir gün? Yoldaki serapları saymakla
vakit geçmiyor. Yine bir serabın başında mola veriyorum. Bacaklarım sızlıyor.
Bunca yorgunluğa rağmen, ilerliyor muyum, yerimde mi sayıyorum bilemiyorum. Bir
bulutun gölgesinde uzanıp dinlenmeye çalışıyorum. Yola çıktığımdan beri peşimde
bu bulut, arada uzakta kalır gibi oluyor, yine gelip beni buluyor. Kopkoyu
müşfik bir gölgesi var. Uyuyup kalsam şuracıkta, uyanmasam veya uyandığımda gün
başka bir gün olsa... Ne zaman yarın olacak?
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder