27 Haziran 2014 Cuma

Sahrada

Issız bir sahra, her şey savrulup gitmiş. Sadece izler var her yanda. Konanlara ve göçenlere dair izler, geldikleri yerleri söyleyen, gitmeyi ümit ettikleri diyarları işaret eden nişanlar... Gitmeli, terk etmeli artık bu sahrayı, kimse gelmeyecek bundan sonra. Rüzgarla yürüyüp giden çalılar özlemez beni. Yolu tekrar bulmalı. Bir kervan bulurum belki, birinin eteğine tutunur giderim. Nereye gideceğimi bilmesem de, yol nereye giderse oraya giderim. Zaten nereyi hedeflediğinizin yol indinde bir kıymeti yoktur, nereye isterse oraya götürür sizi. Bazen yüksekte kuşlar dönüyor, sonra süzülüp gidiyorlar. Ufukta bir beyazlık var, ya gökte sürüklenen bir bulut parçası veya karlı bir zirve. Eğer bir zirveyse bu, eteklerini toplamış gidiyor demektir. Ufkun kenarından kalkmış, göğe ağmaya niyetli gibi görünüyor. Sızlanmamak lazım, heybemdekiler gitgide eksilse de hala bir şeyler var içinde. Kucağıma bastırıyorum heybemi, içim boşluk, dışım boşluk, dokunabildiğim bir bu var. Dokunabiliyor muyum gerçekten? Bazen elim içinden geçip gidiyormuş gibi geliyor. Heybem sırtımda, heybemi özlüyorum. Boşalıp gider mi, acep, bir gün? Yoldaki serapları saymakla vakit geçmiyor. Yine bir serabın başında mola veriyorum. Bacaklarım sızlıyor. Bunca yorgunluğa rağmen, ilerliyor muyum, yerimde mi sayıyorum bilemiyorum. Bir bulutun gölgesinde uzanıp dinlenmeye çalışıyorum. Yola çıktığımdan beri peşimde bu bulut, arada uzakta kalır gibi oluyor, yine gelip beni buluyor. Kopkoyu müşfik bir gölgesi var. Uyuyup kalsam şuracıkta, uyanmasam veya uyandığımda gün başka bir gün olsa... Ne zaman yarın olacak? 

Hiç yorum yok: