2 Aralık 2014 Salı

Bir Rahat Dur


Artık hiç kimse kısıtlanmak istemiyor, hırçın çocuklar gibiler… Damdan atlayacakmış, karar vermiş, seçim yapmış, özgürmüşmüş… Çakacaksın ağzının ortasına… İşte böyle efendim, harbi kaybettiğimizle kalmadık, kendimizi de kaybettik. Hafıza kaybına uğrayacak zaman mıydı? Tam da dört elle hayata sarılmak zamanıyken… Hayat? Hayır canım, o senin bildiğin hayat değil. Evet, ontolojik bir konu bu ve uzun felsefi ve de teolojik bahislere girmezsem izah edemem, girsem sen sıkılır gidersin. Aslında mesele benim izahım değil, işine gelse anlarsın, eşşek gibi, kimsenin bir şey izah etmesine gerek yok, bilakis ontolojik meseleler bir bakışta kavranabilir; lakin senin anlayasın yok, burada bir kayma sözkonusu, istemiyorsun. İstemiyorsun öyle inanmayı, öyle hissetmeyi, öyle düşünmeyi, öyle yaşamayı ve ölmeyi. İstemediğin için, sen yaşarken bir şeyler ölüyor. Sırf kafana göre yaşamakla bir şeyleri öldürüyorsun. Bunların zaten ölmesi gerektiğini söyleyecek kadar pervasız değilsin henüz. Öyle olanlar da var, fazlası da var; ama ben bunları onlara söylemiyorum, sana söylüyorum. Evet, bunlar ölmeli diyemiyorsun; ama kırk türlü tevilin, bahanenin, “ama” ile başlayan kıvırma ve de çevirme hareketlerinin arasında izini kaybettirmeye çalışıyorsun, anlamazlıktan gelmeye çalışıyorsun. Ocağın ortasında sönmek üzere olan son köz gibisin ve bunca derdim varken bir de senin arkandan ağlamak istemiyorum, canımı sıkma.
Dur, sus, otur, edepli ol; sana göre bunlar seni sen olmaktan çıkaran şeyler, toplum diye bir heyula bütün ağırlığıyla eziyor seni, alabildiğine. Serbest hareket etmekle kendin olduğunu düşünüyorsun. Sana göre herkes tek. Bize göre ise herkes birbirine bağlı. Fazla serbest hareket etmek bu bağları koparır. O zaman biz kıymetli bir parçamızı kaybetmiş oluruz. Bu kopmalar devam ederse biz yok oluruz. Sen de bizden koptuğun zaman yalnız kalırsın ki bizim için bu da senin yok olman demektir. Neticede hem senin için hem de bizim açımızdan üzücü bir noktaya varılıyor.
Bizi birbirimize bağlayan bağlar uzak bir maziden geliyor. Bu bağları koruyarak geçmişten geleceğe uzanmayı, yaşamaya devam etmeyi ümit ediyoruz. Hayat sana göre tüketilecek hazlar için bir fırsat. Hayatın maddeye bağlı. Biz hayatta bir mânâ arıyoruz. İnsan başkalarıyla paylaşabileceği bir şeyler üretmeli. Her şeyden mühimi, bizim için varlık görünenin çok ötelerine uzanıyor. Bizim için varlık, erişilebilenin çok ötesini ifade eden bir kavram. Birbirimize bağlı oluşumuzdan çok daha kuvvetli bir şekilde ötelere bağlıyız. Kişinin kendisi olması, şayet yeryüzünde geçirdiği süreye bir mânâ katmaksa, bu ancak bağlılık ve birlikle, maddeyi maddenin ötesini hedefleyerek işlemekle olur, serbestlik denen kopuş ve maddeyi gaye edinmek hiçbir şeye hiçbir mânâ katmaz.
Arzular tabiî olabilir, ancak insan için fıtrî davranış her şeyi olduğu gibi, olduğu yerde salıvermek değildir. Tırnaklarımızı neden kesiyorsak ve neden bir takım zaruri ihtiyaçlarımızı hususi mahallerde gideriyorsak, o yüzden başıboş davranmıyoruz. Bazen istediklerimizi yapmayacağız, bazen istemediklerimizi yapacağız. Zaman zaman duygularımızı gizleyeceğiz ve irademizi bir âdâb ve usûl örgüsünün içinden ifade edeceğiz. Sen bir kuş, rüzgarda savrulan bir yaprak, bir su damlası değilsin; senin için tabiî davranış, rastgele davranmak değil. Hürriyeti iradeni arzularına teslim etmekte arama. Bir arada yaşayan insanların bağlılığı, parçaları bütün karşısında kıymetsiz ve tek başlarına mânâsız bırakan bir ilişki değildir. Karmaşık bir mekanizmanın basit bir dişlisi değilsin, parça ve bütün ortak bir benliği paylaşıyor ve her parçası da bütünü kadar kıymetli. Sen bizim için kıymetlisin, bu yüzden bunları sana söylüyorum. Fedakarlık esaret değildir, fedakarlık iradeyi nefsin yükünden soyan gerçek hürriyettir. Sırf yaşamış olmak için yaşama, yaşatmak için yaşa.


Hiç yorum yok: