Artık hiç kimse kısıtlanmak istemiyor,
hırçın çocuklar gibiler… Damdan atlayacakmış, karar vermiş, seçim yapmış,
özgürmüşmüş… Çakacaksın ağzının ortasına… İşte böyle efendim, harbi
kaybettiğimizle kalmadık, kendimizi de kaybettik. Hafıza kaybına uğrayacak
zaman mıydı? Tam da dört elle hayata sarılmak zamanıyken… Hayat? Hayır canım, o
senin bildiğin hayat değil. Evet, ontolojik bir konu bu ve uzun felsefi ve de
teolojik bahislere girmezsem izah edemem, girsem sen sıkılır gidersin. Aslında
mesele benim izahım değil, işine gelse anlarsın, eşşek gibi, kimsenin bir şey
izah etmesine gerek yok, bilakis ontolojik meseleler bir bakışta kavranabilir;
lakin senin anlayasın yok, burada bir kayma sözkonusu, istemiyorsun.
İstemiyorsun öyle inanmayı, öyle hissetmeyi, öyle düşünmeyi, öyle yaşamayı ve
ölmeyi. İstemediğin için, sen yaşarken bir şeyler ölüyor. Sırf kafana göre
yaşamakla bir şeyleri öldürüyorsun. Bunların zaten ölmesi gerektiğini
söyleyecek kadar pervasız değilsin henüz. Öyle olanlar da var, fazlası da var;
ama ben bunları onlara söylemiyorum, sana söylüyorum. Evet, bunlar ölmeli
diyemiyorsun; ama kırk türlü tevilin, bahanenin, “ama” ile başlayan kıvırma ve
de çevirme hareketlerinin arasında izini kaybettirmeye çalışıyorsun,
anlamazlıktan gelmeye çalışıyorsun. Ocağın ortasında sönmek üzere olan son köz
gibisin ve bunca derdim varken bir de senin arkandan ağlamak istemiyorum,
canımı sıkma.
Dur, sus, otur, edepli ol; sana göre
bunlar seni sen olmaktan çıkaran şeyler, toplum diye bir heyula bütün ağırlığıyla
eziyor seni, alabildiğine. Serbest hareket etmekle kendin olduğunu
düşünüyorsun. Sana göre herkes tek. Bize göre ise herkes birbirine bağlı. Fazla
serbest hareket etmek bu bağları koparır. O zaman biz kıymetli bir parçamızı
kaybetmiş oluruz. Bu kopmalar devam ederse biz yok oluruz. Sen de bizden
koptuğun zaman yalnız kalırsın ki bizim için bu da senin yok olman demektir.
Neticede hem senin için hem de bizim açımızdan üzücü bir noktaya varılıyor.
Bizi birbirimize bağlayan bağlar uzak bir
maziden geliyor. Bu bağları koruyarak geçmişten geleceğe uzanmayı, yaşamaya
devam etmeyi ümit ediyoruz. Hayat sana göre tüketilecek hazlar için bir fırsat.
Hayatın maddeye bağlı. Biz hayatta bir mânâ arıyoruz. İnsan başkalarıyla
paylaşabileceği bir şeyler üretmeli. Her şeyden mühimi, bizim için varlık
görünenin çok ötelerine uzanıyor. Bizim için varlık, erişilebilenin çok ötesini
ifade eden bir kavram. Birbirimize bağlı oluşumuzdan çok daha kuvvetli bir
şekilde ötelere bağlıyız. Kişinin kendisi olması, şayet yeryüzünde geçirdiği
süreye bir mânâ katmaksa, bu ancak bağlılık ve birlikle, maddeyi maddenin
ötesini hedefleyerek işlemekle olur, serbestlik denen kopuş ve maddeyi gaye
edinmek hiçbir şeye hiçbir mânâ katmaz.
Arzular tabiî olabilir, ancak insan için
fıtrî davranış her şeyi olduğu gibi, olduğu yerde salıvermek değildir.
Tırnaklarımızı neden kesiyorsak ve neden bir takım zaruri ihtiyaçlarımızı hususi
mahallerde gideriyorsak, o yüzden başıboş davranmıyoruz. Bazen istediklerimizi
yapmayacağız, bazen istemediklerimizi yapacağız. Zaman zaman duygularımızı
gizleyeceğiz ve irademizi bir âdâb ve usûl örgüsünün içinden ifade edeceğiz.
Sen bir kuş, rüzgarda savrulan bir yaprak, bir su damlası değilsin; senin için
tabiî davranış, rastgele davranmak değil. Hürriyeti iradeni arzularına teslim
etmekte arama. Bir arada yaşayan insanların bağlılığı, parçaları bütün
karşısında kıymetsiz ve tek başlarına mânâsız bırakan bir ilişki değildir.
Karmaşık bir mekanizmanın basit bir dişlisi değilsin, parça ve bütün ortak bir
benliği paylaşıyor ve her parçası da bütünü kadar kıymetli. Sen bizim için
kıymetlisin, bu yüzden bunları sana söylüyorum. Fedakarlık esaret değildir,
fedakarlık iradeyi nefsin yükünden soyan gerçek hürriyettir. Sırf yaşamış olmak
için yaşama, yaşatmak için yaşa.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder