“İslam tıbbı” veya zaman zaman “Osmanlı tıbbı” diye anılan disiplinin en bariz vasıflarından biri de “İslamî” olmaması. İslamî derken, vahye dayanan bir tarafının olup olmaması hususunu kastediyoruz ki Tıbb-ı Nebevî konusunu ayrı tutarsak, bu disiplin vahye dayanmıyor. Dinî açıdan İslamî olmadığı gibi, kültürel açıdan da İslam Medeniyeti’ne mahsus bir bilgi değil, tamamen beşerî ve beynelmilel bir disiplin.
Peki
“İslamî” değilse nedir? Önce gerçek ismini söyleyelim: humoral patoloji. Antik
Yunan’dan başlayarak, neredeyse iki bin yıl süreyle Akdeniz çevresindeki
medeniyetlerin ortak tıp anlayışı olmuş bir paradigma. Kökleri Mezopotamya’ya
dayanmakla birlikte, esas olarak Hipokrat tarafından, bir takım Yunan
filozoflarının fikirlerinden hareket ederek ortaya konmuş bir teoriye
dayanıyor. Bu görüşe göre, kainat dört elementten meydana geliyor: hava, ateş,
su ve toprak. İnsan vücudunda bu dört elemente karşılık gelen bir takım sıvılar
(humorlar, hıltlar) bulunuyor: kan, sarı safra, balgam ve en esrarengiz sıvı
olan kara safra, nam-ı diğer sevda. Kan havaya, safra ateşe, balgam suya ve
sevda toprağa karşılık geliyor. Balgam derken kastedilen, bugün anladığımız
mânâdaki balgam değil, beyin omurilik sıvısından eklem sıvılarına kadar bir
sürü şey buna dahil. Sevdanın ise ne olduğu belli değil. Bu teoride, bu iki
dörtlüyü takip eden bir takım dörtlüler daha var: temel organlar kalp,
karaciğer, beyin (bu teoriye göre balgam üreten organımız) ve dalak (sevdanın
kalple alakalı olduğunu sanıyorsanız yanılıyorsunuz, sevda tamamen dalakla
alakalı bir konu); mizaçlar sıcak, soğuk, kuru ve yaş; dört mevsim… Hava ve
dolayısıyla kan yaş ve sıcak, ateş ve safra kuru ve sıcak diye devam ediyor. Her
mevsimin sıcak-soğuk ve kuru-yaş olma vasıfları farklı olduğu için beslenmede
dikkate almak gerekiyor, keza insanların bünyeleri de farklı, bunu da dikkate
almak gerekiyor. Hastalıklar sözkonusu sıvıların dengesinin bozulmasından
kaynaklanıyor ve mesela yaş ve sıcak olan kan fazlaysa bunu kuru ve soğuk
bitkilerle tedavi etmek gerekiyor. Başka bir görüşe göreyse yaş ve sıcağın
artmasından kaynaklanan hastalıkları yine yaş ve sıcak maddelerle tedavi etmek
doğru. Bu konu Hipokrat ve Galen’in anlaşamadıkları bir konu. Antik Yunan’dan
sonra da bu paradigma varlığını devam ettirmiş, Galen ve İbn Sina gibi
hekimlerce geliştirilmiş, Doğu’da ve Batı’da pek çok sahada benimsenmiş.
Humoral
patoloji eski çağların bilimsel bilgisi ve Grekolatin medeniyetinin coğrafya
bilgisi ne kadar geçerliyse, o kadar geçerli. O zamandan bugüne mühendislik ne
kadar geliştiyse, tıp da o kadar gelişti. Bugün o devirlerin diğer bilgilerini uygulamaya
kalkmak ne kadar mantıklıysa, bu da o kadar mantıklı. Evet bu bilgi ne kadar
diğer ülkelerin geçmişiyse, o kadar bizim de geçmişimiz; ama maalesef
geçmişimizi yeteri kadar tanımıyoruz, dolayısıyla bu bilginin mahiyetini de
anlamıyoruz. Ecdad yadigarı olarak manevî bir tarafının bulunması gerekiyormuş
gibi hissediyoruz. Batıl bir şeyden hakka kaçar gibi, modern tıptan kaçıp bu
tarz bilgileri uygulamaya çalışanlarımız var ve bu hatalı. Şifalı bitkiler
meselesini de bu meyanda zikredebiliriz, eski anlayışla şifalı bitki, ilaç
olarak kullanılan bitki demektir. Modern tıp da birçok ilacı bitkilerden elde
ediyor, gerçekten de bazı bitkilerde bazı hastalıkları tedavi etmeye
yarayabilecek maddeler var, ama insanlar “şifalı” deyince o bitki sıradan bir
biyolojik varlık değilmiş, içinde gizli bir manevî güç varmış gibi algılıyor.
Uzun
lafın kısası, doktor tavsiyesidir efendim, evde denemeyin.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder