konunun içinde bir çok şey birbirine girmiş bulunuyor, bunları ayrı ayrı ele almayınca havanda su dövmekten başka bir şey yapamayız. birincisi "osmanlıca" resmi dil değil sadece, herhalde bu yanılgı "sarayın diliydi" geyiğinden kaynaklanıyor. sokakta başka bir dil konuşuluyor, resmi dairelerde başka dil kullanılıyor değil. yazı dili ve konuşma dili her yerde farklıdır, sokağın ihtiyacıyla aydınların, bilim adamlarının, edebiyatçıların ihtiyacı farklıdır çünki. ikincisi her dil başka dillerden kelime alır, ne kadar çok kelime alırsa o kadar gelişir. hangi "büyük" dile baksanız, bir sürü yabancı kökenli kelime görürsünüz. bilhassa bazı diller bazı medeniyetler için "kök" görevi görür, bu medeniyetlere mensup milletlerin dillerinde de o dillerden gelen çok sayıda kelime gelir. batı dilleri için bu grekçe ve latincedir. avrupa dilleri içinde bildiğim kadar sadece almanların bir "öz almanca" hamlesi var ve latince-grekçe kelimelerin yerine tren katarı gibi uzun almanca kelimeler bulmuşlar. onlar bile grekçe ve latince kelimelerin kökünü kazıyamamış. dolayısıyla "dil yapmacıktı, yabancı şeylerle doldurulmuştu" diye paralanmanın bir mânâsı yok. evet, bir dönem türkçe yerine arapça ve farsça kelime kullanılması ihtiyaç seviyesini aştı, gramer kurallarıyla beraber işin suyu çıkarıldı, ama abartıldığı kadar değil yine de. daha sonra, önce cevdet paşa, sonra ömer seyfeddin ve ziya gökalp gibi aydınların başı çektiği genç kalemler hareketi ile, bu durum hal yoluna kondu, türkçe tabii seyrine dönmüş oldu. dil devriminden sonraki nesiller, bu sade türkçe'yi bile anlamakta güçlük çekiyor. onları bırakın, cemil meriç'i bile okuyabilen fazla çıkmaz, şimdiki eğitimle.
üçüncü husus, eğitim seviyesi konusu dar bir açıdan ele alınıyor. okuma yazma oranları tek başına tabloyu anlatıp bitiren bir veri değil. aydınların eğitimi hangi seviyedeydi, bununla ilgili verileri de görmek gerekiyor. mümtaz turhan'ın garplılaşmanın neresindeyiz adlı eserini tavsiye ederim, okumadıysanız. okur-yazarlık oranları bir fetiş haline getirildi ve yükselirse yükseleceğiz sanıldı, halbuki o kadar basit değildi. ayrıca yazının kolay öğrenilmesi, başarılı bir eğitimin ölçüsü değil. kelimeleri sökecek kadar öğrenip, okuduğunu anlamayan bir sürü insan var. eski yazının özelliği, ancak anlayabildiğiniz şeyleri okuyabiliyorsunuz, yoksa sökemiyorsunuz. benzer özellik japonca ve çince için de var. bilgi arttıkça, müfekkire geliştikçe eğitimin neticesi ortaya çıkar. adama latin harfiyle okuma yazma öğrettiğinizde, eline cemil meriç'i alıp okuyabiliyor mu? kendimizi kandırıyoruz.
arap harfli türk yazısı da söylendiği kadar zor değil. önce onu öğrenenler, latin harfli yazıdan daha kolay ve hızlı okuyup yazıyorlar hatta. öğrenmek zor değil, ama alışkanlık olmayınca pratik şekilde okuyup yazmak müşkil hal alıyor. okuyabilseniz de, okumayı yeni öğrenen çocuk gibi heceleyerek okuduğunuz için klasikleri aslından okumanız çok zor. bütün kitapların transkripte edilmesi mümkün değil, edilebilse bile çok büyük bir iş yükü. neticede bir gecede kütüphanenin kapısının suratınıza kapandığı çok abartılı bir yorum değil. içinde bin yıllık bir birikimin olduğu bir kütüphane. eski metinleri okuma konusundaki sıkıntı alfabe devriminden ziyade, dil devriminin neticesi, alfabeyi sökmek nisbeten kolay, ama bilmediğiniz kelimeleri okuyamıyorsunuz, okusanız da anlamıyorsunuz.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder