26 Mayıs 2013 Pazar

Din Nedir?



Neyin din olduğu, neyin olmadığı; dinin neye karışabileceği, neye karışamayacağı hakkında mütalaalardan anlıyoruz ki, bazı insanlar dinin mahiyeti hakkında doğru bir kavrayışa sahip değil. Bu hem kendi benimsedikleri sistemin bir din olup olmadığına dair doğru bir kanaate sahip olamamalarına, hem de başkalarının dini hakkında yersiz yaklaşımlarda bulunmalarına sebep oluyor.

Hümanist-materyalist dünya görüşüne sahip kişiler, inançlarının mantıken zaruri ve evrensel olduğunu söylerken, fert ve cemiyet hayatının tanziminde kullanılabilecek tek sistemin bu olduğunu ve herkesin bunu kabul etmek mecburiyetinde olduğunu ifade ediyorlar. Bunun mânâsı başka hiçbir inancın, toplum ölçeğinde tatbikine müsaade edilmeyeceğidir. Bir taraftan bunu derken, diğer taraftan dini ve vicdanı serbest bıraktıklarını söylemeleri gülünçtür. Bir kültürün temel dinamiği dindir ve din bütün hayatı düzenler. Bir cemiyetteki bütün kurumları, kuralları ve ilişkileri atmosfer şeklinde kuşatır. Çalışma, üretme, tüketme, eğlenme, dinlenme, bilgi faaliyetleri ve sanat gibi her alanda rengini gösterir. Ferdî hayat, ferdin diğer fertlerle ve cemiyetle ilişkisi, cemiyetlerin birbiriyle ilişkileri ve hepsinin tabiatla ilişkisi ve şehir hayatı dinin alanıdır. Ontolojik, epistemolojik, etik ve estetik açılardan düzenleyici ve belirleyicidir. Bu alanlara dinin erişimini kısıtlamak, onu yasaklamaktan başka bir şey değildir. Diğer taraftan bütün bu konulardaki belirleyicilik iddiasıyla, hümanist-materyalist sistem de diğer dinlerden farksızdır. Neticede söylenen, “bu toplumun atmosferini biz belirleyeceğiz, beğenmeyen gaz maskesiyle dolaşsın” demekten farksızdır.

Pek çok kişi ortada evrensel bir insanlık ideali olduğu zehabına kapılmış durumda. “İnsanlık ideali” bütün insanlar için ortak, cihanşümul bir ideal değildir, her kültürün farklı bir insan anlayışı bulunmaktadır. Sözgelimi yaratılanı “yaratandan ötürü” seven bir anlayış, hümanizmle örtüşmez. Batı düşüncesinin evrenselliği kanaatinin mesnedi, Batı’nın üstünlüğüne inanmış olmaktan ibarettir. Batı’nın başka kültürlere göre de üstünlüğü kabul görebilecek tek tarafı, bilim ve teknik vasıtasıyla tabiata hâkim olma ve giderek güçlenme sürecidir. Batı zaviyesinden bakınca başka üstünlükler de bulunmaktadır, ama bu bakış açısı sadece Batı’yı ve zihnen Batı’ya teslim olanları bağlar. Bir ferdin veya cemiyetin başarısının ölçüsü, hedeflerine ulaşıp olaşamadığı olabilir. Tabiidir ki bu tarz bir ölçü, ancak aynı hedefi paylaşanlar için geçerlidir. Bir noktaya ulaşmış olmanız, o noktaya varmaya çalışmayanlar için bir mânâ ifade etmez. Kendi ölçülerinize göre, “tamam bu denendi ve işe yarıyor” diyebilirsiniz, ama bundan bir evrensellik iddiası çıkarabilmek için, başka kültürlerin farklı varlık telakkileri, farklı arzuları, hedefleri, beklentileri olabileceğini fark etmeyecek kadar kendini beğenmiş olmak gerekir. Üstelik Batı medeniyetinin sözde başarıları kadar, hedeflemediği ve arzu etmediği halde ulaştığı sonuçlar da bulunmaktadır. Bir Batılı bunları “yan etkiler” olarak görebilir, bunlar yüzünden hedeflerinden vazgeçmeyebilir, ama Batı’nın hedeflerini paylaşmayanlar için hepsini topyekün reddetmeye engel bir şey yoktur. Yahut Batılı olmayan bir kültür, kendi hedefleri açısından durumu değerlendirip, kendi bünyesine uygun bulduğu unsurları alabilir, değiştirebilir, kendi ana fikri doğrultusunda yeniden üretebilir. Neticede bir tarafın kendi açısından üstünlük saydığı hususların, diğer taraf için de üstünlük sayılması mecburiyeti yoktur.

Mesela “Batı düşüncesi daha fazla özgürlük ve eşitlik sağlıyor, bu yüzden başarılıdır ve bu sistem tatbik edilirse herkes mutlu olabilir” denebilir mi? Bunu söylemenin mümkün olup olmadığını anlamak için, özgürlük ve eşitlik mefhumları nereden geliyor, ona bakmak lazım. Eğer maddenin ötesinde bir gerçek ve insanın ötesinde bir otorite kabul etmiyorsanız, insanoğlunun varlık piramidinin tepesinde yalnız olduğunu düşünüyorsanız, insanı mümkün olduğu kadar piramidin tepesinde tutmak hedefiyle bu mefhumları benimseyebilirsiniz. Peki ya bazıları, insandan ve tabiattan yüce, başka bir şeye inanıyorsa? Bu durumda “piramidin tepesi” kabulüne dayanan mantık yürütme faaliyeti çökmüş olmaz mı? Herkesin birbirini engellemeden istediğini yapabilmesi, bir hedef olarak yeterli midir veya herkes için geçerli midir? Acaba daha fazla özgürlük sağlayan bu sistem, “Allah rızasına” da daha fazla vesile olabiliyor mu? Mutluluğun ölçüsü ve arzulanan hedef, “Allah rızası” ise, sistemi yine de başarılı saymak imkânımız kalır mı? Ezcümle “Allahü Teâlâ hazretleri, Vâcibü’l-Vücûddur, El-Hakktır, El-Adldir, El-Alîm, El-Hakîm, Er-Reşîd, El-Kâdirdir; Hz. Muhammed aleyhisselatü vesselam efendimiz, onun kulu ve elçisidir, doğrunun-yanlışın, iyinin-kötünün, güzelin-çirkinin ölçüsü onun bildirdikleridir” demek ne kadar dinse, “Tanrı yoktur, varsa da bizi ilgilendirmez, biz her işimizi kendi bildiğimiz gibi yaparız” demek de o kadar dindir.

“Leküm dinüküm ve liye din”.

Hiç yorum yok: