Neyin din olduğu, neyin olmadığı; dinin neye
karışabileceği, neye karışamayacağı hakkında mütalaalardan anlıyoruz ki, bazı
insanlar dinin mahiyeti hakkında doğru bir kavrayışa sahip değil. Bu hem kendi
benimsedikleri sistemin bir din olup olmadığına dair doğru bir kanaate sahip
olamamalarına, hem de başkalarının dini hakkında yersiz yaklaşımlarda
bulunmalarına sebep oluyor.
Hümanist-materyalist dünya görüşüne sahip kişiler,
inançlarının mantıken zaruri ve evrensel olduğunu söylerken, fert ve cemiyet
hayatının tanziminde kullanılabilecek tek sistemin bu olduğunu ve herkesin bunu
kabul etmek mecburiyetinde olduğunu ifade ediyorlar. Bunun mânâsı başka hiçbir
inancın, toplum ölçeğinde tatbikine müsaade edilmeyeceğidir. Bir taraftan bunu
derken, diğer taraftan dini ve vicdanı serbest bıraktıklarını söylemeleri
gülünçtür. Bir kültürün temel dinamiği dindir ve din bütün hayatı düzenler. Bir
cemiyetteki bütün kurumları, kuralları ve ilişkileri atmosfer şeklinde kuşatır.
Çalışma, üretme, tüketme, eğlenme, dinlenme, bilgi faaliyetleri ve sanat gibi
her alanda rengini gösterir. Ferdî hayat, ferdin diğer fertlerle ve cemiyetle
ilişkisi, cemiyetlerin birbiriyle ilişkileri ve hepsinin tabiatla ilişkisi ve
şehir hayatı dinin alanıdır. Ontolojik, epistemolojik, etik ve estetik
açılardan düzenleyici ve belirleyicidir. Bu alanlara dinin erişimini
kısıtlamak, onu yasaklamaktan başka bir şey değildir. Diğer taraftan bütün bu
konulardaki belirleyicilik iddiasıyla, hümanist-materyalist sistem de diğer
dinlerden farksızdır. Neticede söylenen, “bu toplumun atmosferini biz belirleyeceğiz, beğenmeyen gaz maskesiyle dolaşsın” demekten farksızdır.
Pek çok kişi ortada evrensel bir insanlık ideali olduğu
zehabına kapılmış durumda. “İnsanlık ideali” bütün insanlar için ortak,
cihanşümul bir ideal değildir, her kültürün farklı bir insan anlayışı
bulunmaktadır. Sözgelimi yaratılanı “yaratandan ötürü” seven bir anlayış,
hümanizmle örtüşmez. Batı düşüncesinin evrenselliği kanaatinin mesnedi,
Batı’nın üstünlüğüne inanmış olmaktan ibarettir. Batı’nın başka kültürlere göre
de üstünlüğü kabul görebilecek tek tarafı, bilim ve teknik vasıtasıyla tabiata
hâkim olma ve giderek güçlenme sürecidir. Batı zaviyesinden bakınca başka
üstünlükler de bulunmaktadır, ama bu bakış açısı sadece Batı’yı ve zihnen
Batı’ya teslim olanları bağlar. Bir ferdin veya cemiyetin başarısının ölçüsü,
hedeflerine ulaşıp olaşamadığı olabilir. Tabiidir ki bu tarz bir ölçü, ancak
aynı hedefi paylaşanlar için geçerlidir. Bir noktaya ulaşmış olmanız, o noktaya
varmaya çalışmayanlar için bir mânâ ifade etmez. Kendi ölçülerinize göre,
“tamam bu denendi ve işe yarıyor” diyebilirsiniz, ama bundan bir evrensellik
iddiası çıkarabilmek için, başka kültürlerin farklı varlık telakkileri, farklı
arzuları, hedefleri, beklentileri olabileceğini fark etmeyecek kadar kendini
beğenmiş olmak gerekir. Üstelik Batı medeniyetinin sözde başarıları kadar,
hedeflemediği ve arzu etmediği halde ulaştığı sonuçlar da bulunmaktadır. Bir
Batılı bunları “yan etkiler” olarak görebilir, bunlar yüzünden hedeflerinden
vazgeçmeyebilir, ama Batı’nın hedeflerini paylaşmayanlar için hepsini topyekün
reddetmeye engel bir şey yoktur. Yahut Batılı olmayan bir kültür, kendi
hedefleri açısından durumu değerlendirip, kendi bünyesine uygun bulduğu
unsurları alabilir, değiştirebilir, kendi ana fikri doğrultusunda yeniden
üretebilir. Neticede bir tarafın kendi açısından üstünlük saydığı hususların,
diğer taraf için de üstünlük sayılması mecburiyeti yoktur.
Mesela “Batı düşüncesi daha fazla özgürlük ve eşitlik
sağlıyor, bu yüzden başarılıdır ve bu sistem tatbik edilirse herkes mutlu
olabilir” denebilir mi? Bunu söylemenin mümkün olup olmadığını anlamak için,
özgürlük ve eşitlik mefhumları nereden geliyor, ona bakmak lazım. Eğer maddenin
ötesinde bir gerçek ve insanın ötesinde bir otorite kabul etmiyorsanız,
insanoğlunun varlık piramidinin tepesinde yalnız olduğunu düşünüyorsanız,
insanı mümkün olduğu kadar piramidin tepesinde tutmak hedefiyle bu mefhumları
benimseyebilirsiniz. Peki ya bazıları, insandan ve tabiattan yüce, başka bir
şeye inanıyorsa? Bu durumda “piramidin tepesi” kabulüne dayanan mantık yürütme
faaliyeti çökmüş olmaz mı? Herkesin birbirini engellemeden istediğini
yapabilmesi, bir hedef olarak yeterli midir veya herkes için geçerli midir?
Acaba daha fazla özgürlük sağlayan bu sistem, “Allah rızasına” da daha fazla
vesile olabiliyor mu? Mutluluğun ölçüsü ve arzulanan hedef, “Allah rızası” ise,
sistemi yine de başarılı saymak imkânımız kalır mı? Ezcümle “Allahü Teâlâ
hazretleri, Vâcibü’l-Vücûddur, El-Hakktır, El-Adldir, El-Alîm, El-Hakîm,
Er-Reşîd, El-Kâdirdir; Hz. Muhammed aleyhisselatü vesselam efendimiz, onun kulu
ve elçisidir, doğrunun-yanlışın, iyinin-kötünün, güzelin-çirkinin ölçüsü onun
bildirdikleridir” demek ne kadar dinse, “Tanrı yoktur, varsa da bizi
ilgilendirmez, biz her işimizi kendi bildiğimiz gibi yaparız” demek de o kadar
dindir.
“Leküm dinüküm ve liye din”.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder