1 Mayıs 2013 Çarşamba

1 Mayıs Dayak Yeme Bayramı



Devlet mekanizmamızın ciddi problemlerinden biri, maksat ve vasıtayı sık sık karıştırmasıdır. Bu yüzden devletin maksadı halka hizmet değilmiş de, halkın varlık sebebi devlete hizmet içinmiş gibi davranılır, devlet için olanın nihai gayesinin hak ve halk olduğu unutulur. Bu yüzden “devlet” burnundan kıl aldırmaz, zaman zaman merhamet mefhumuyla irtibatını kaybeder. Bu yüzden polis “orantısız kuvvet” kullanmakta o kadar ileri gider ki, provokasyon faktörünün denkleme eklenmesine rağmen, haklılık yekunu menfi tarafta kalır. Lakin bu tespitten, “eylemci” güruh için bir haklılık payı çıkarmaya çalışmak hatalıdır. Zira bunların varlık sebebi, devletin yanlışlarına karşı çıkmak değil, bizzat devletin kendisine karşı çıkmaktır. Bizde bolşevik cereyan bir toplumsal ihtiyaçtan neşet etmiş olmadığı gibi, Avrupa’nın tesirinde kalmak suretiyle bile meydana gelmiş değildir. Bilakis kızıl çarlığın iğvası neticesinde husule gelmiştir. Kızılcıkların zenbereğini kuranların maksadı, herhangi bir hakkın yerine gelmesi, iade edilmesi değil; devletin zaafa düşürülmesi, toplumun kargaşaya sürüklenmesi, tedhiş metodları kullanılarak memleketin kızılların kucağına itilmesidir. Kızıllar yıkıldı gitti, ama bıraktıkları hasar ortadan kalkmadı; Türkiye’nin “sol” geleneği halinde üstümüze yapıştı kaldı.

Kızılcıkların kafasında “hak” mefhumu; kavga, savaş, barikat, bomba, kalaşnikof gibi mefhumlarla aynı “kurtarılmış” bölgededir. Dolayısıyla hak aramakla, ortalığı karıştırmak arasındaki farkı idrak edemezler. Devlet vakti zamanında kendilerine hedef olarak gösterilmiş ve bunlar da orada kalmıştır. Devlet kızılcıklar için “kategorik kötü” mevkiindedir, bizatihi savaşılması gereken bir kötülüktür. Attıkları taştan kendi yoldaşları yaralansa bile, sorumlusu, bunlara göre her kötülüğün başı olan devlettir. Adeta devlet büyük şeytandır da, bunlar Taksim meydanına şeytan taşlayıp hacı olmaya giderler. Taksim’e çıkma hakkı diye ısrarla aradıkları hak, aslında devletle çekişme ve milletin huzurunu bozma “hakkından” başka bir şey değildir. Devletin hatası bir “araz” ise, bunlar bilakis “cevher” halinde bizatihi hatadan ibarettir. Şiddeti kendileri uyguladıklarında meşru müdafa gibi algılarlar, kendilerini “mahz-ı hak” gibi gördüklerinden, kendilerinden başka herkesin her hareketini saldırı olarak görürler. Bunlara göre meydana kavgaya gidenlerin yaralanması hayret edilecek bir şeydir, asayişi sağlamakla görevli kolluk kuvvetinin yaralanması ise ehemmiyetsizdir. Toplumu kendilerinin değil devletin temsil ettiğini anlayamazlar, devletin hatalarını düzeltmenin ilk adımının, devleti sahiplenmek olduğunu kavrayamazlar. Devlet düşmanı olmakla iftihar ederler, bunun toplum düşmanı olmaktan farksız olduğunu göremezler. Tavırlarıyla hak arama mefhumunu ayağa düşürdüklerini, yolunu tıkadıklarını fark edemezler.

Fosilleşmiş kızılcık zihniyetini, biber gazıyla marine etmek suretiyle terbiye etmek mümkün değildir. “Polis mağduru” diye savundukları kişiler, gün gelip polis katili hüviyetiyle karşımıza çıktığında bile durup düşünemeyecek kadar katılaşmışlardır ve kendi uyguladıkları şiddeti yüzsüzce savunmaya devam ederken, kendilerine uygulanan şiddeti de kâra tahvil etmeye çalışırlar. Bu sebepten emniyet kuvvetlerinin kuvveti orantısız miktarda kullanması insaniyet bakımından yanlış olmanın dışında, provokatörleri mağdur durumuna düşürüp ajitasyon ve propagandalarına zemin hazırladığı için stratejik olarak da hatalıdır. İmkanlar nisbetinde kendi hallerine bırakmak ve azalarak tükenmelerini beklemekten daha mantıklı bir hareket tarzı görünmüyor. Hakikaten bir kısmının hakkı kötek olsa bile…

Hiç yorum yok: