Devlet
mekanizmamızın ciddi problemlerinden biri, maksat ve vasıtayı sık sık
karıştırmasıdır. Bu yüzden devletin maksadı halka hizmet değilmiş de, halkın
varlık sebebi devlete hizmet içinmiş gibi davranılır, devlet için olanın nihai
gayesinin hak ve halk olduğu unutulur. Bu yüzden “devlet” burnundan kıl
aldırmaz, zaman zaman merhamet mefhumuyla irtibatını kaybeder. Bu yüzden polis
“orantısız kuvvet” kullanmakta o kadar ileri gider ki, provokasyon faktörünün
denkleme eklenmesine rağmen, haklılık yekunu menfi tarafta kalır. Lakin bu
tespitten, “eylemci” güruh için bir haklılık payı çıkarmaya çalışmak hatalıdır.
Zira bunların varlık sebebi, devletin yanlışlarına karşı çıkmak değil, bizzat
devletin kendisine karşı çıkmaktır. Bizde bolşevik cereyan bir toplumsal
ihtiyaçtan neşet etmiş olmadığı gibi, Avrupa’nın tesirinde kalmak suretiyle
bile meydana gelmiş değildir. Bilakis kızıl çarlığın iğvası neticesinde husule
gelmiştir. Kızılcıkların zenbereğini kuranların maksadı, herhangi bir hakkın
yerine gelmesi, iade edilmesi değil; devletin zaafa düşürülmesi, toplumun
kargaşaya sürüklenmesi, tedhiş metodları kullanılarak memleketin kızılların
kucağına itilmesidir. Kızıllar yıkıldı gitti, ama bıraktıkları hasar ortadan
kalkmadı; Türkiye’nin “sol” geleneği halinde üstümüze yapıştı kaldı.
Kızılcıkların
kafasında “hak” mefhumu; kavga, savaş, barikat, bomba, kalaşnikof gibi
mefhumlarla aynı “kurtarılmış” bölgededir. Dolayısıyla hak aramakla, ortalığı
karıştırmak arasındaki farkı idrak edemezler. Devlet vakti zamanında
kendilerine hedef olarak gösterilmiş ve bunlar da orada kalmıştır. Devlet
kızılcıklar için “kategorik kötü” mevkiindedir, bizatihi savaşılması gereken
bir kötülüktür. Attıkları taştan kendi yoldaşları yaralansa bile, sorumlusu,
bunlara göre her kötülüğün başı olan devlettir. Adeta devlet büyük şeytandır
da, bunlar Taksim meydanına şeytan taşlayıp hacı olmaya giderler. Taksim’e
çıkma hakkı diye ısrarla aradıkları hak, aslında devletle çekişme ve milletin
huzurunu bozma “hakkından” başka bir şey değildir. Devletin hatası bir “araz”
ise, bunlar bilakis “cevher” halinde bizatihi hatadan ibarettir. Şiddeti
kendileri uyguladıklarında meşru müdafa gibi algılarlar, kendilerini “mahz-ı
hak” gibi gördüklerinden, kendilerinden başka herkesin her hareketini saldırı
olarak görürler. Bunlara göre meydana kavgaya gidenlerin yaralanması hayret
edilecek bir şeydir, asayişi sağlamakla görevli kolluk kuvvetinin yaralanması
ise ehemmiyetsizdir. Toplumu kendilerinin değil devletin temsil ettiğini anlayamazlar,
devletin hatalarını düzeltmenin ilk adımının, devleti sahiplenmek olduğunu
kavrayamazlar. Devlet düşmanı olmakla iftihar ederler, bunun toplum düşmanı
olmaktan farksız olduğunu göremezler. Tavırlarıyla hak arama mefhumunu ayağa
düşürdüklerini, yolunu tıkadıklarını fark edemezler.
Fosilleşmiş
kızılcık zihniyetini, biber gazıyla marine etmek suretiyle terbiye etmek mümkün
değildir. “Polis mağduru” diye savundukları kişiler, gün gelip polis katili
hüviyetiyle karşımıza çıktığında bile durup düşünemeyecek kadar
katılaşmışlardır ve kendi uyguladıkları şiddeti yüzsüzce savunmaya devam
ederken, kendilerine uygulanan şiddeti de kâra tahvil etmeye çalışırlar. Bu
sebepten emniyet kuvvetlerinin kuvveti orantısız miktarda kullanması insaniyet
bakımından yanlış olmanın dışında, provokatörleri mağdur durumuna düşürüp ajitasyon
ve propagandalarına zemin hazırladığı için stratejik olarak da hatalıdır.
İmkanlar nisbetinde kendi hallerine bırakmak ve azalarak tükenmelerini
beklemekten daha mantıklı bir hareket tarzı görünmüyor. Hakikaten bir kısmının
hakkı kötek olsa bile…
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder