29 Eylül 2012 Cumartesi

Adak


kaylule kıraathanesi, 01.06.2007

Çocuklardan birkaçı okulun önündeki sunağın çevresinde birbirlerini itekleyerek koşup duruyorlardı. Bu saygısızlığı gören okulun babası elinde kocaman sopasıyla çocuklara doğru hışımlı adımlarla yürümeye başladı. Durumu fark eden çocuklar, sözleşmiş gibi bir anda, sunağa dönüp yere kapandılar, kalktılar, sunağı öptüler, çevresinde birkaç tur koşup tekrar yere kapandılar. Oyunlarına tapınma süsü vermekle bu seferlik paçayı kurtarmışlardı. Okulun babası hırsını çıkarmak için okulun abilerinin olduğu tarafa döndü. İyi bir sebebi olmadan bu çocukları dövemezdi, bütün çocuklar her gün okula gelirken okulun babasına bir avuç arpa veya buğday getirirken, bunlar tavuk veya horoz getiriyorlardı. Aslında şu koca burunlu olanın babası istese her gün bir köle bile gönderebilirdi, ama pintiydi adam, okulun babası en çok buna bozuluyordu.

Ertesi gün sonbaharın son günü, yani hasat bayramıydı. Kralın şehrinde herkes büyük tapınağa gitmişti, diğer şehirlerde de insanlar sunakların etrafında toplanmışlardı. Okulun babası sunağın önünde ayakta durup öğrencilere sert bakışlar fırlatıyordu. Sonra kurtarıcıya sunulan adakların öneminden başlayıp çocukların haylazlığından, babaların vurdumduymazlığından dem vurup giden uzun konuşmasına başladı. Yıllar vardı ki, şu sunakta horozdan daha büyük bir şey adanmamıştı. Bırakın şöyle güçlü kuvvetli bir boğayı, yaşlı uyuz bir keçi bile adanmamıştı. Ne olduysa o anda oldu, çocukların gözlerini soğuk bir ışıltı yalayıp geçti, dudaklarında zalim bir gülümseme belirdi, hep birden okulun babasının üzerinde çullandılar, sunağın dibine yıkıp üzerinde tepinmeye başladılar. Hiç oralı olmayan okulun abilerinden biri diğerlerine dönüp mırıldandı: "gelecek sene çok bereketli olacak."

Hiç yorum yok: