29 Eylül 2012 Cumartesi

Der-beyân-ı Gavgaay-ı Setr-i Avret

kaylule kıraathanesi, 05.06.2005

Hezârân hamd ü senâlar ol Rabbe ki kullarına vücûd bahş eyledikte i'tâ buyurduğu türlü nimetler meyânında ibâd-ı acezesine muhtelif esbâbile setr-i ayb eylemek imkânını dahî in'âm eyledi. Salât ü selâm ol Rasûle ki tebliğ ettiği Dîn-i Mübîn-i İslâm ile ümmetine gösterdiği halâs ve necât tarîki, nev'-i beşeri tâife-i hayvanâttan tefrîk eden müteaddid husûsiyyetler beyninde, hıfz-ı iffet şartı bulunan ihfây-ı avret mecbûriyyetini de ebnây-ı Âdeme bir düstûr-ı istikâmet kıldı.

Setr-i avret bahsinde vârid olan bu mecbûriyyet esâsen bir bâb-ı hürriyettir ki -husûsan tâife-i inâs içün- cismâniyyeti bir nikaab-ı hamiyyet içre saklamak, ferde mâneviyyâtını meydân-ı ünsiyyete salarak cemiyyet içinde bir şahsiyyet olma yolunu açar ve nasıl ahvâl-i ruhiyyenin bir gaybûbet perdesi mâverâsında hâfî bulunması hutûruna mâni olunamayan efkâr ü hayâlâtın envâ'-ı muhtelifesini ketmeder ise bedeni hudûd-ı harîm derûnunda enzâr-ı ecnebiyyeden muhafaza kılmak da şahsiyyeti tarruzdan vikâye eyleyen bir cevşen-i kavî gibidir. Binâenaleyh cism-i beşerin itidâl ve kemâli örtünmek iledir.

Ecdâd asırlardır bu düstûr-ı istikâmete harfiyyen riâyet eyler iken âhir zamanın türlü garâbeti birkaç asırdan beri Memâlik-i Mahrûsemize dahî sirâyet etmiş bulunup inkıtâa uğramaksızın ber-devâm olan gavgaay-ı medeniyyet cümlesinden olmak üzre mahz-ı ilm ü hakîkat addolunan asrî telakkîler avâm ve havâs beyninde rağbet bulup bir taraftan duhterân-ı müslimîn edeblice telebbüs eylemekten hicâb eder olmuş; diğer taraftan da millet-i necîbimizin, cihânın çıkan çivisini iâde birle asr-ı saadete rücû eylemek arzûsunu irticâ tesmiye eyleyen bir gürûh-ı mütegallibe-i ankebût-sîret kızcağızlarımızın kisve-i takvâsından havfile türlü bahâneler uydurup efkâr-ı envâr-efşânın, perdedârlık yaptıkları medâris ü mehâfile visâline mâni olmak üzre Ümmet-i Nebîye harb i'lân eylemiş bulunmaktadır. Yeniçeri tâifesini topa tutup rûy-ı zemînden temizleyen Sultan Mahmûd Hân-ı Sânî, dîn ü devlet ve mülk ü milleti bir gâileden Sancâk-ı Şerîf açarak halâs eyler iken; diyâr-ı frenkten ahz eylediği illetleri nisâr ederek bir başka gâileye sebebiyet vermiş olup zât-ı şâhâneleri bu işgüzarlıkta ferd-i yektâ olmadıklarından nihâyet bir alay kılıç artığı çeri başı iktidârı ele alıp alem-i şerri kaldırmış ve denâeti meşrû kılmışlardır. Bu hezele gürûhunun kânûn-ı esâsîdeki muallak umdelere istinâd ile gâh istedikleri türlü yazıp bozdukları, gâh işlerine geldiği gibi tefsîr ettikleri kavânîn ve nizâmat, inâs-ı mestûreyi perde-i hicâbı çâk eylemek yâhut hidemât-ı âmme ve mekâtib-i resmiyyeden hâriç tutulmak şıkları ile karşı karşıya bırakmış bulunmaktadır. Mer'î mevzûât muvâcehesinde bu iki yoldan birini tutmak kesb-i zarûret eylemiş olup dil-i mecrûh ile boyun büküp baş açarak taleb-i ilm cihetinden ve salâbet gösterip taleb-i hak cihetinden mücâhede ve mücâdele eden millet evlâdı sulh ve sükûn üzre vazîfe ve mekteplerine devâm imkânından mahrum kalmışlardır ki husûs-ı mezbûrun menfî tesirâtını izale zımnında alınacak tedâbir cümlesinden olmak üzre inâs-ı mestûrenin devâm edebileceği mekâtib-i husûsînin küşâdına ve alelhusus mekâtib-i mezbûre nizâmâtının setr-i re's aleyhindeki mevâd hâricinde tutulmasına sây ü gayret olunmalıdır. Sâir mekâtibden tard olunan talebânın mekâtib-i husûsiyyeye duhûlünde evvelce ikmâl eyledikleri derslerden muâf tutulacakları tabiîdir. Ezcümle resmî dâire ve mekteplerde inâs-ı mestûrenin vücûdu hâl-i hâzırda gayr-ı kâbil olduğundan anların ikmâl-i tahsîli ve devâm-ı vezâif birle te'mîn-i mâişeti içün husûsî mahaller ihdâsile müessesât-ı resmiyyenin kısmen ve muvakkaten ricâle terki muvafık ise de bu kabîl husûsî müessesâtın teşkîli müşkil olup zamâna ve muhtelif esbâba merbût bulunduğundan diğer taraftan mes'elenin hall-i kat'îsine bakmak elzemdir.

Esâsen hall-i kat'î kavânin ve nizâmattan husûmet-i alâim-i dîniyyenin ihrâcı olmakla ve dahî dâire-i edebde kalmak kaydıyla tarz-ı kıyâfetine bakılmaksızın Devlet-i Âliyye teb'asından her ferdin ehil bulundukları mevâkıb ve menâsıba kabûlü hakk-ı tabiîleri bulunmakla, hakk-ı mezkûrun istihsâli bâbında her mahfil ve mevkîde mücâdele eylemek zarûrîdir. Bilhassa efkâr-ı umûmiyyenin bu cihete celbi dahî matbûat ve neşriyyât vâsıtalarının hamiyyetperverâne gayretlerine mevkûf ise de bu vâdide ehl-i hak gür bir sadâya mâlik bulunmadıklarından evvel-i emirde da'vânın ehl-i vicdâna bu tarîkle i'sâlinin bir çâresine bakmak icâbetmektedir.

İnşallâhü Teâlâ yüzümüz kara çıkmayacaktır. Gayret kuldan, tevfîk Allah'tan (celle celâlehû). Muzaffer kıl Yâ Rabbî (âmîn).

Hiç yorum yok: