kaylule kıraathanesi, 19.07.2005
Din Kültürü
Kafa Karışıklığı
Kendini Tanımlamak
Bütün toplumlarda kültürün inançla bağlantısı vardır, kültürü pek çok başka
şeyle birlikte din de biçimlendirir. Bu yüzden kültür ve din çoğu zaman iç içe
geçmiş durumdadır ve zaman zaman bir pratiğin dine mi yoksa kültüre mi ait
olduğunu söylemek kolay olmayabilir. Böyle durumlarda bazı uygulamaların hem
kültürle hem dinle ilgili olduğunu kabul etmek ve sözkonusu uygulamayı bir din
kültürü unsuru saymak gerekmektedir. Soyut dini prensiplerin hayata geçirilmesi
sırasında, somut bir din kültürü meydana gelir. İslam dini size temiz suyla
abdest almanız gerektiğini söyler, ama suyu açık bir havuzdan mı alacağınızı,
yoksa musluktan mı akıtacağınızı söylemez. Şadırvan dini bir fonksiyonun
kültürel bir pratikle hayata geçirilmesini işaret eden bir unsurdur. Aynı
şekilde sabah ezanının saba makamında okunması veya çarşaf yahut pardesü
giyilmesi de kültürel uygulamalardır.
Kayıtlı nassları bulunan dinler, zaman içerisinde değişme eğilimi göstermez
ve kültüre göre daha istikrarlı bir alan teşkil ederler. Ancak kültürün
değişkenliği, din alanını çevreleyen din kültürü alanında da bir hareketlilik
meydana getirebilir. Aynı dinî prensibin pratiğe dökülüşü ülkeden ülkeye
değişebileceği gibi, aynı ülkenin şehirleri ve köyleri arasında da farklılık
gösterebilir veya aynı beldede zaman içinde değişme gösterebilir. Bir
medeniyetin merkezi ile muhiti arasındaki din kültürü farklılığı, kültürün diğer
unsurlarındaki farklılık gibi tabiîdir. Bu tür bir farklılık aynı malzemenin ham
hali ile, işlenmiş hali arasındaki fark gibi, bir derece farkıdır. Mahiyet farkı
değildir. Yazma ve yaşmak aynı fonksiyonu farklı şekillerde karşılayan
vasıtalardır, özde başka başka şeyler değildir.
Dinin pratiğe dökülmesi değişmeyen bir esas etrafında, değişebilen bir yapı
meydana getirmek demek olduğuna göre, değişen ve değişmeyen şeyler arasındaki
ilişkinin doğru kavranması önemlidir. Değişmemesi gerekeni, değişen şartlara
göre değiştirmek nasıl hatalıysa, değişebilecek şeyleri, değişmemesi gerekenle
aynı şey sanıp aynı hararetle savunmak da hatalıdır. Hızlı değişen bir toplumda
nirengi noktalarının tespitinde sıkıntılar yaşanabilir. Medeniyet buhranı
vasatında, sadece dini pratiklerin kültürel vechesi hususunda değil, sanat,
bilim, devlet ve cemiyet düzeni konularında da bir kafa karışıklığı bahis mevzuu
olabilir. Gelenek, kültür, din, şimdiki zamanın meydan okuması ve gelecek
zamanın çağrısı doğru okunmadıkça ne yaptığımızı bilmeden çabalamak kaçınılmaz
görünüyor.
Bir seferinde bir “abi” bir binanın üzerini kapatan yarım küre şeklinde bir
mimari elemanı işaret edip “bu bir kubbe değil” demişti. Abi kubbe kelimesinin
“cami çatısı” manasına geldiğini düşünüyordu muhtemelen ve gerçekten de bina bir
cami değil kütüphaneydi, ancak üzerindeki bal gibi de kubbeydi. Kütüphane
üzerine cami kubbesine benzer bir kubbe yapmak bir mimari “arayış” eseri miydi,
“olmazsa kütüphaneyi bozar cami yaparız” gibi bir fikirle mi tercih etmişlerdi
orası pek mühim değil, zira kütüphane yaparken selatin camilerinin kötü
taklitlerinden ötesini tasavvur edememek, cami yaparken selatin camilerinin kötü
taklitlerinden ötesini tasavvur edememenin biraz daha sırıtan bir şekli sadece.
Kelimelerin yerli yerinde kullanılamadığı, varlıkların kendi isimleriyle
anılmadığı bir memlekette fazlasını beklemek de fazla olurdu zaten.
Başka bir şeyin ismi ile anılanlar arasında, varlıkları kendi isimleriyle
anmayı beceremeyenlerin kendileri de var. Müslüman kelimesinin umumi manasının
haricinde bir de tırnak içi kullanılış tarzı sözkonusu. Zaman zaman kelime öyle
bir vurguyla kullanılıyor ki, bırakın şahadet getirenleri, cuma namazı
müdavimleri bile ifadenin dışında kalıyor. Hâlâ bu ismi kullanan var mı
bilemiyorum, ama bir ara bir grup arkadaş kendilerinden Müslüman Gençler veya
Müslüman Gençlik gibi bir isimle bahsediyorlardı. Genç Müslümanların sayıca çok
düşük bir nisbetini teşkil etmelerine rağmen bu arkadaşları bu ismi kullanmaya
iten neydi? Zannederim bu kelimeleri ve arkalarındaki mefhumları birbirinden
ayırıp her birini yerli yerine oturtmaktaki sıkıntımızın bir numunesiydi. Bir
siyasi zümre olarak meydana çıkıyorsunuz ve kendinizi bir siyasi zümre olarak
tarif ve tesmiye edecek alt yapıdan mahrumsunuz, bu yüzden “küll” için
kullanılması gereken bir ismi “cüz” için tahsis ediyorsunuz. Hangisi sebep,
hangisi netice bilemiyorum, ama buna bir kendini teşhis ve tayin zaafı da eşlik
ediyor. Aynı zaaf Müslüman toplulukların kavranmasında da kendini gösteriyor.
İslam dinini kabul etmiş ve İslam umdelerini kendince hayata geçirmiş belirli
toplumlar, zaman ve coğrafyadan bağımsız olarak İslam dininin temsilcisi
şeklinde anlaşılıyor. Gelenek mefhumunun reddi de bu anlayışın ortaya çıkmasında
pay sahibi. Din size hayata geçirmeniz için mücerred bir takım umdeler va’z
ediyor, ancak siz bu umdelerin hayata geçirilmesi gayreti ile elde edilmiş bir
örneği, umdelerin kendisi ile karıştırıyorsunuz. Böylece geleneği reddettiğinizi
düşünürken, din ve geleneğin karıştığı bir halitayı dinin kendisi gibi
algılıyorsunuz. Dinin geleneği yok saymadığını, aksine ıslah ve yeniden tanzim
etmeyi emrettiğini düşünmüş olsanız belki bu hataya düşmeyeceksiniz. Bir takım
müşahhas cemiyetler mevcut ve bu cemiyetlere mücerred esaslar teklif ediliyor.
Sözkonusu esasların hayata geçirilmesi yoluyla bir nizam tesis eden, dinin
yaşanışını örneklendiren cemiyetleri dinin kendisinden ayırabilmek gerek.
Kuvvede kalmış olsa da; Müslüman Türk, Arap, Fars toplumları gibi, Müslüman
İngiliz, Japon, Kızılderili toplumları da tasavvur edilebilir. Henüz Müslüman
olmamış fert ve cemiyetlere tebliği edilecek olan, daha önce Müslüman olan
cemiyetlerin artık klişeleşmiş modelleri değil, bu modeller teşkil edilirken
tatbikine gayret edilen esaslardır, yani her cemiyetin vahyin ışığında kendini
kendi tarzında ifade etmesine imkan tanımak gerekir. Aradaki farkı idrak
edebilmek için ise, dinin kendisi kadar, geleneği de tanımak ve kabul etmek
şart. Kısaca söylemek gerekirse, teklif mücerred ve mükellef müşahhastır.
Mükellefi zamandan ve mekandan bağımsız mücerred bir varlık kabul etmek ve
müşahhas bir örneği teklif olarak dayatmak, aslında pozitivist ideolojinin
yaptığından çok farklı değil, onlar da standart ve evrensel bir insan tasavvur
ediyorlar ve Batı Avrupa kültürünü karşılaştıkları toplumlara dayatıyorlar. Bu
noktada “kubbe” örneğine dönecek olursak, mesela Müslüman Japonların da kubbeli
mescitler inşa etmelerini beklemek abes olur, kubbesiz de mescit olur ve onlar
da kendi ibadethane mimarilerini kendileri geliştirerek yeni bir model meydana
getirebilirler.
Müşahhas ile mücerred arasındaki farkın kavranmasına dair zihin
bulanıklığından, hem başka toplumlarla kurulması düşünülebilecek ilişkilerle;
hem de içinde yaşadığımız cemiyetle ilgili olarak muzdaribiz. Genç Müslümanların
Müslüman Gençlere dönüşmesi de bununla ilgili. Bize sorulan sorulara verdiğimiz
kendi cevaplarımızdan müteşekkil geleneğimiz ile bağlantımızı kaybettik, bu
geleneğin birleştiriciliğinden mahrum kalıp tesbih taneleri gibi dağıldık. Şimdi
ne geçmişimizle, ne birbirimizle bağlantı kurabiliyoruz. Bu belirli bir geleneği
cihanşümul bir çözüm sanmaktan daha geri bir nokta. Şimdi bir çoğumuz bütün bir
topluma değil, sadece kendi camiamıza ait bir modeli, bütünün ve esasın kendisi
ile karıştırıyoruz. Zihnimizde mefhumları yerli yerine oturtamazsak, İslam
sanatı, İslam bilimi, İslam devleti gibi iri kıyım başlıklar açıp altına beton
kubbeli kübik kütüphane binası gibi karikatür örnekler sıralamaktan fazlasını
yapamamış veya çarşaf, yaşmak, ferace, yazma, poşu, eşarp, tülbent, başörtüsü,
“türban” kelimeleri arasındaki ortak ve farklı noktaları, kavram ilişkilerini
kendimize de başkalarına da izah edememiş olacağız. Şu andaki halimizle, bırakın
bütün dünyayı kucaklayacak bir mesajın taşıyıcısı olmayı, kendi başımızın
çaresine bakabileceğimiz bile şüpheli. Geçmişle, bugünle, gelecekle, kendimizle
ve başkalarıyla konuşacaksak; anlayıp anlatacak ve anlaşacaksak; bugün içinde
varolurken, yarını kurmaya dünden başlayacaksak, her şeyden önce salim bir zihne
ihtiyacımız var. Onun da ilk şartı anadilimizi iyi öğrenmek.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder