kaylule kıraathanesi, 14.02.2006
Hantal Gazi'nin teyzeoğlu Zoroğlu ve kankası Aymaz Boğaz'a
nazır bir sırta yayılmış şerbet-i benefşe nûş etmektedirler. Gözleri süzülüp
dilleri dolaşık olduğu bir aralık derya üzerinden bir mürg-i saksağan uçar
geçer. Saksağanın kölgesi Boğaz'ın firûze sularını okşar geçer. Zoroğlu bir neş'e
ile gülüp söyler:
"Aha bak, cânım Aymaz'ım, görmüş müsün, saksağanın
kuyruğu suya değmiştir."
Aymaz pür hiddet:
"Mere gafil, kölgesi değmiştir, kuyruğu değmemiştir!"
Zoroğlu öfkelenir:
"Bre ahmak, bilmez misin, atadan dededen kalma
türküleri, ne vakt ki erguvan açan sezon gelse, saksağan kuşu kuyruğuyla suları
karıştırır, cemreleri yatıştırır."
Aymaz itiraz eder:
"Ağam o türküler sonradan uydurmadır, aslı yoktur."
Zoroğlu çileden çıkar:
"Mere zalim, sen bizim türkülerimize nasıl uydurma
dersin!?"
İki yiğit pür-savlet-i gayret birbirlerine girer, güreşe
tutuşurlar. Gün sönen vakte kadar boğuşur, yenişemezler. Bakarlar ki üste
çıkmanın çaresi yok, kılıçları sıyırıp birbirleri etrafında dönerek savurmaya
başlarlar. Zoroğlu'nun kolu çizilir, Aymaz'ın mintanı yırtılır, hırslarını
alamazlar. O esnada olay mahallinden geçen boynu pos cihazlı Deli Dermiş
bunları görür, hallerine vakıf olur, asası ile kafalarına birer tokmak
ekleştirip iki yiğidi ayırır. Açar ağzını söyler: "a benim akılsızlarım, ne
vuruşursuz, varalım doğrusun Molla Zaman'dan sual edelim."
Yiğitler Dermiş'e hak verir, birlikte Molla Zaman katına
doğru yola düşerler. Tam köprüde trafiğe takıldıkları demde Hantal Gazi
ardlarından yetişir, seslenir:
"Yiğitler nere gidersiz? Küffar Kadife Kal'asına leşker
çıkarmış. Rayet-i Katranîsin rekz eylemiş. Varalım sefer edelim."
Hem Zoroğlu ve hem Aymaz, hem de Deli Dermiş neye
uğradıklarını şaşırırlar. Kavgayı da suali de unuturlar. Birlikte Kadife Kal'ası
yolun tutarlar. Kadife kal'ası kurbüne vardıkta, bakarlar ki leşker-i küffar
kırk bölük asker ile kapıyı bacayı tutmuş, geçit vermez. "Bir oyun edelim
şu kendin bilmezlere" deyip keşiş urbası telebbüs ile kal'aya duhül
iderler. Bir hana varıp otururlar, hancıdan şerbet isterler. Anlar oturadursun,
bir küffar çavuşu, beş on kalleş silahşörle birlikte varır hana dayanır, anlar
dahi şerbet içmeye başlar. Keyifleri geldikçe gehi şarkı söyleyip raks etmeye, gehi
dereden tepeden söyleşip eğlenmeye başlarlar. Keşiş kıyafetin geyinmiş bizim
kahramanlar dahi, anları dinleyip küffar nereden ikmal yapacak, nereye kamp
kuracak anlamaya çalışırlar. Nihayet küffar çavuşu ağzından bir bakla çıkarır:
"Bre kızanlar, bu gece erken yatsak gerektir. Yüce
kumandanımız Mandabaş Zalyon'un emri ile yarın gün ışımadan tapu tahrir
dairesini basacağız. Dutluk mevkiinin tapuların çalacağız. Dutluk havası
begayet latifmiş, kumandanımız o yere bir saray yaptırsa gerektir. İyi iş görür,
yararlılık gösterirsek bizi de terfi ettirir."
Bunları duyucak boynu pos cihazlı Deli Dermiş'in gözleri fal
taşı gibi açılır, yüzü kızarır, boyun damarları şişer. Yiğitler hayret ederler,
"bre Dermiş, aferin sana, bu kadar hamiyyetli olduğun bilmez idik. Bu
alçaklığı duyunca nasıl da gayızlandın."
Deli Dermiş şöyle bir yarım döner yiğitlere, böyle söyler:
"Mere deli misiniz, bizim Dutluk tarafında beş evlek hisseli tarlamız yok
mudur? İmdi bu herif-i naşerif ol yire bir saray yapsa arsa fiyatları beşe
katlanmaz mı? Satsak parasıyla kırk tabur leşker çıkarır, küffarı tükrüğümüzle
boğarız. Tiz varalım, tapumuzu bulalım!" Bu sözleri işiticek yiğitlerin
gözleri yuvalarından uğrar, yürekleri göğüslerinden fırlar. Hep birlikte ayağa
fırlayıp koşmaya başlarlar. Telaştan keşiş urbalarının etekleri ayacıklarına
dolanır, hep birden tepe üzeri yuvarlanırlar. Küffar çavuşu arkalarından güler:
"bre sersem keşişler ne vardı bu kadar nûş edecek?" Kahkahaları
stüdyoda yankılanır, çınlar, öter...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder