29 Eylül 2012 Cumartesi

Arslanla Boğa Şuurun Kaybetse Çakala Nasıl Gün Doğar Anın Beyanıdır


kaylule kıraathanesi, 14.02.2006

Hantal Gazi'nin teyzeoğlu Zoroğlu ve kankası Aymaz Boğaz'a nazır bir sırta yayılmış şerbet-i benefşe nûş etmektedirler. Gözleri süzülüp dilleri dolaşık olduğu bir aralık derya üzerinden bir mürg-i saksağan uçar geçer. Saksağanın kölgesi Boğaz'ın firûze sularını okşar geçer. Zoroğlu bir neş'e ile gülüp söyler:

"Aha bak, cânım Aymaz'ım, görmüş müsün, saksağanın kuyruğu suya değmiştir."

Aymaz pür hiddet:

"Mere gafil, kölgesi değmiştir, kuyruğu değmemiştir!"

Zoroğlu öfkelenir:

"Bre ahmak, bilmez misin, atadan dededen kalma türküleri, ne vakt ki erguvan açan sezon gelse, saksağan kuşu kuyruğuyla suları karıştırır, cemreleri yatıştırır."

Aymaz itiraz eder:

"Ağam o türküler sonradan uydurmadır, aslı yoktur."

Zoroğlu çileden çıkar:

"Mere zalim, sen bizim türkülerimize nasıl uydurma dersin!?"

İki yiğit pür-savlet-i gayret birbirlerine girer, güreşe tutuşurlar. Gün sönen vakte kadar boğuşur, yenişemezler. Bakarlar ki üste çıkmanın çaresi yok, kılıçları sıyırıp birbirleri etrafında dönerek savurmaya başlarlar. Zoroğlu'nun kolu çizilir, Aymaz'ın mintanı yırtılır, hırslarını alamazlar. O esnada olay mahallinden geçen boynu pos cihazlı Deli Dermiş bunları görür, hallerine vakıf olur, asası ile kafalarına birer tokmak ekleştirip iki yiğidi ayırır. Açar ağzını söyler: "a benim akılsızlarım, ne vuruşursuz, varalım doğrusun Molla Zaman'dan sual edelim."

Yiğitler Dermiş'e hak verir, birlikte Molla Zaman katına doğru yola düşerler. Tam köprüde trafiğe takıldıkları demde Hantal Gazi ardlarından yetişir, seslenir:

"Yiğitler nere gidersiz? Küffar Kadife Kal'asına leşker çıkarmış. Rayet-i Katranîsin rekz eylemiş. Varalım sefer edelim."

Hem Zoroğlu ve hem Aymaz, hem de Deli Dermiş neye uğradıklarını şaşırırlar. Kavgayı da suali de unuturlar. Birlikte Kadife Kal'ası yolun tutarlar. Kadife kal'ası kurbüne vardıkta, bakarlar ki leşker-i küffar kırk bölük asker ile kapıyı bacayı tutmuş, geçit vermez. "Bir oyun edelim şu kendin bilmezlere" deyip keşiş urbası telebbüs ile kal'aya duhül iderler. Bir hana varıp otururlar, hancıdan şerbet isterler. Anlar oturadursun, bir küffar çavuşu, beş on kalleş silahşörle birlikte varır hana dayanır, anlar dahi şerbet içmeye başlar. Keyifleri geldikçe gehi şarkı söyleyip raks etmeye, gehi dereden tepeden söyleşip eğlenmeye başlarlar. Keşiş kıyafetin geyinmiş bizim kahramanlar dahi, anları dinleyip küffar nereden ikmal yapacak, nereye kamp kuracak anlamaya çalışırlar. Nihayet küffar çavuşu ağzından bir bakla çıkarır:

"Bre kızanlar, bu gece erken yatsak gerektir. Yüce kumandanımız Mandabaş Zalyon'un emri ile yarın gün ışımadan tapu tahrir dairesini basacağız. Dutluk mevkiinin tapuların çalacağız. Dutluk havası begayet latifmiş, kumandanımız o yere bir saray yaptırsa gerektir. İyi iş görür, yararlılık gösterirsek bizi de terfi ettirir."

Bunları duyucak boynu pos cihazlı Deli Dermiş'in gözleri fal taşı gibi açılır, yüzü kızarır, boyun damarları şişer. Yiğitler hayret ederler, "bre Dermiş, aferin sana, bu kadar hamiyyetli olduğun bilmez idik. Bu alçaklığı duyunca nasıl da gayızlandın."

Deli Dermiş şöyle bir yarım döner yiğitlere, böyle söyler: "Mere deli misiniz, bizim Dutluk tarafında beş evlek hisseli tarlamız yok mudur? İmdi bu herif-i naşerif ol yire bir saray yapsa arsa fiyatları beşe katlanmaz mı? Satsak parasıyla kırk tabur leşker çıkarır, küffarı tükrüğümüzle boğarız. Tiz varalım, tapumuzu bulalım!" Bu sözleri işiticek yiğitlerin gözleri yuvalarından uğrar, yürekleri göğüslerinden fırlar. Hep birlikte ayağa fırlayıp koşmaya başlarlar. Telaştan keşiş urbalarının etekleri ayacıklarına dolanır, hep birden tepe üzeri yuvarlanırlar. Küffar çavuşu arkalarından güler: "bre sersem keşişler ne vardı bu kadar nûş edecek?" Kahkahaları stüdyoda yankılanır, çınlar, öter...

Hiç yorum yok: