kaylule kıraathanesi, 11.09.2006
Gölün yüzünde küçük bir kayık kıpırdamadan duruyordu. Dalgalar rüzgârda
titriyordu. Ağlayan sazlar dans ediyordu. Gökte sessiz bir kıpırdanma... Kayık,
erguvan günbatımının belirsizliğinden korkuyordu. Kara kuşlar ciyak ciyak geldi
geçti. Üşüyordum, uykum vardı. Buz gibi yağmur başladı. Dizlerimi büküp bir çam
kovuğuna sığındım. Hayat soluk çizgilerde gizlendi. Her şey içerilere sığındı,
kapılarını kapattı. Islak gölgeler ıssız... Ağaçların arasına duman indi,
karanlık oldu kaldı. Hiç ısınmamış bir dünyanın soğuk feryadında çam dalları
dans etti. Annemin gözyaşları aktı içime, sıcacık. Başımı dayayacak bir yer
bulamadım. Ağlayamadım bile. Yağmur hiç dinmeyecekti. Gün soldu, gölgeler
silindi. Bir ağaç kovuğunda uyuşup kaldım. Rüzgârın yaratıkları uğultulu
hikâyeler anlattı, birbirine. Gün söndü, bir dakika bile beklemeden eteklerini
toplayıp gitti. Tedirgin yürekler gözlerini yumdu. Göl karanlıklarda kayboldu.
Sırtımı kovuğun kenarına dayadım. Dizlerim göğsümde, ellerim ayak bileklerimde,
yüzüm dizlerimde... Rüzgâr boşluğun yüzüne sızlayan çizgiler çizdi. Yağmurun
hızı kesildi, yavaşladı, damlalar su birikintilerinde şıpırdıyordu. Rüzgâr
ağaçları yoklayıp geçiyordu, gövdeleri sardı, dalları sıyırdı geçti, suları
titretti, yüzümü sızlatarak kovuğuma doldu, ensemde, sırtımda dolaşıp gitti. Bir
sıcaklık yaladı geçti, her yanımı. Sonra iliklerim sızladı. Titremeye başladım,
titremekten yoruldum, yine de titredim. Rüzgâr yedi başlı bir ejder gibi
doğruldu, gölün üstünden süzülüp başka bir yöne gitti. Sıcak bir uyuşma sırtımı
okşadı. Gözlerimde bir ağırlık hissettim. Gözlerimin zaten kapalı olduğunu fark
ettim ve açamadım. Gölün üstünde beyaz bir ışık peyda oldu. Buzdan bir dev
geldi, gökyüzü bembeyaz oldu. Masmavi yıldızlar göz kırptılar. Beyaz dev kardan
bir gömlek geçirdi sırtıma. Gözlerimi açtım. Güneş gümüş rengi puslu ufkun
üzerinde asılı duruyordu. Soluk renkli bir mum alevine benziyordu. Sazlar ayazda
saçlarını tarıyordu. Kayığa baktım, gülüyordu.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder