kaylule kıraathanesi, 20.08.2007
Başım dönüyordu. Gözlerimi sımsıkı yummuş, tedirginlik içinde ayakta
duruyordum. Ayaklarıma bakmaya bile cesaret edemiyordum. Başaşağı, dibi görünmez
bir boşluğa doğru yuvarlanıp giden, gölgelere karışmış bir bayır ayaklarımın
altında uzanıyordu. Bilinçizce bir şeyler mırıldandığımı fark ettim. Birden bir
ferahlama hissettim, ama gözlerimi yine de açamadım. Birisi parmak uçlarıyla göz
kapaklarımı araladı. Aksakalsız bir dedeydi bu. Gözlerimi açtıktan sonra
üzerinde durduğum dağı parmak ucuyla çevirmeye başladı. Boşlukta haraketsiz
duruyordum. Dağ döndü, döndü, sonunda tam aksi istikamette durdu. Aşağı giden
yokuş tam arkamdaydı şimdi. Dağın zirvesi önümde duruyordu. Bir adım atmam bile
gerekmiyordu. Tozpembe gülücükler saçan güneş ufuktan yükselmeye başladı.
Saatin zırıltısıyla uyandım. Alelacele yüzümü yıkadım, iki lokma atıştırdım,
giyindim. Çantamı kapının dibinden alıp omzuma astım. Koşarak merdivenlerden
indim. Kapının önünde duran servise hareket etmek üzereyken bindim. Her zaman
oturduğum koltuğa oturup arkama yaslandım, derin bir nefes verdim. Sınav mutlaka
iyi gidecekti.
Sınav kağıtları dağıtıldığında, sorulara bakar bakmaz gözlerim karardı. Bütün
sorular bilmediğim yerlerden çıkmıştı. Bu konulara göz atmam gerektiğini
biliyordum, ama gerginlikten bir türlü ders çalışmaya başlayamamıştım. Hayatımın
bu sınava bağlı olduğu düşüncesi içimi sıkıyordu. Bütün haftayı rahatlamak için
bilgisayarda dizi seyrederek geçirmiştim. Son geceyi de bilgisayar başında
harcayıp sabaha karşı uyumuştum. Sonuçta bu soruların birini bile cevaplamam
mümkün değildi. Oysa bu sınavda başarılı olmak zorundaydım. Ailemin geliri,
başarılı bir eğitim alma gereği, hayatta bir yere gelme isteği, hepsi ortadaydı.
Üstelik bu sınavda başarılı olmayı hakediyordum, her zaman herkese iyi
davranırım, gülümserim, selam veririm, teşekkür ederim. Çaresizlik içinde
dakikalar geçiyor, ne yapacağımı bilemiyordum. Sonra okullar açılmadan önce
türbeye gittiğimizi hatırladım. Gözlerimi kapattım, yatırdan yardım istedim.
Birden bir hareket oldu. Önümde oturan çocuk karnını tutarak sınıftan çıkıp
gitti. Kapıdan çıkarken öğretmene baktı, öğretmen başını “tamam evladım” der
gibi salladıktan sonra diğer tarafa çevirdi. Sınıfın en çalışkan öğrencisinin
kağıdı şimdi önümde duruyordu. Hemen yazmaya başladım.
Artık biliyorum, Armutpiş Baba türbesini ziyareti hiç ihmal
etmiyorum.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder