kaylule kıraathanesi, 24.12.2007
Ahir zaman fuleseyfleri ve allâmeleri tarafından temcit pilavı misillû
tartışılan bahislerden biri Kur'ân-ı Kerîm'in okunması ve anlaşılması meselesi.
Bazı gün "Arapça okunması" olur gündem, bazı gün "Türkçe okunmasın." Bazen biri
çıkar çelişki (!) bulur, hemen bir diğeri "müfessir olmayan anlamaz" makamından
cevâbı yapıştırır. Görülen o ki hem inananların, hem inanmayanların kafası
karışık bu konuda. "Vergiden bahsediyor, niye ağlıyorsunuz?" tarizleri, "meal
okumayalım itikadımız bozulur" sakınmalarına ekleniyor, kavga gürültü eksik
olmuyor, yine de bir neticeye varılamıyor. Okumanın da, anlamanın da türlü türlü
anlamı var, ceffelkalem bahsi halletmeye kalkmasak belki bir orta yol bulmak
daha kolay olacak.
Okumaktan başlayalım. Kimine göre Arapça bilmeyen birinin Arapça metni
okumasında bir mânâ yok. Kimine göre meâl eksik olduğu için okunmamalı, ancak
tefsir okunmalı. Kimine göre tefsirlere bağlanmak sakıncalı, meâl okumalı.
Burada farklı okuma türlerinin birbirine karıştığını görüyoruz. İbadet
maksadıyla okumak, tilavet etmek ve öğrenmek, düşünmek için okumak, özellikle
Arapça bilmeyen biri için, din ilimlerinde vukufu olmayan biri için birbirinden
ayrı mütalaa edilmesi gereken işler. Mukaddes kelâmın nazil olduğu şekilde
okunmasının ibadet olarak yeri ve önemini tartışma lüzumu duymuyorum. Kur'ân
okumak bir ibadettir ve Kur'ân kelimesi, sadece Arapça orijinal metin için
kullanılır, bunu kıraat etmek ibadettir, tek kelime anlamasanız bile. Ancak
diğer türlü okumada da metni aslından takip etmek önemli. Metni kendi bütünlüğü
içinde takip etmek istiyorsanız, tam olarak hangi kavramların zikredildiğini
bilmeniz gerekir, kavramları yerlerinden kaydırmadan takip edebilmek için de
"orijinal terminoloji" gözden kaçırılmamalı. Aklî ilimlerden tanıdığımız terim
sorunundan çok farklı değil herhalde buradaki durum. Her disiplinin kendi terim
kadrosu vardır, bunlar kendi içlerinde bir bütünlük teşkil ederler. Terimlerin
çoğu zaman vaz' edildikleri dilin dışındaki dillerde karşılığı yoktur veya
karşılık gelen kelimeler farklı çağrışım hâleleri taşıyabilirler, anlam
sistemindeki koordinatları farklı olabilir. Bu yüzden nomenklatürün bir dilden
bir başka dile aktarılması çok büyük gayret isteyen ve yetersiz kalabilen bir
çalışmadır. Bilgisayar ve internet terimlerinin Türkçeleştirilmesindeki
sıkıntılar örnek olarak gösterilebilir. Kavramlar ancak ait oldukları paradigma
içinde anlamlıdır ve anlam kaymalarından korunmanın en emin yolu orijinal
terminolojiyi takip etmektir. Arapça bilmeseniz bile, elinizdeki meali
Arapçasıyla karşılaştırarak okumanız, anlama açısından oldukça faydalı bir
iştir.
Meal okumanın mahzurlu olduğu fikrine katılmıyorum, aksine gerekli olduğunu
düşünüyorum, elverir ki şartlarına riayet edilsin. Meal okumak gerekli, tefsir
okumak bunun yerini tutmaz. Çünki isterseniz her gün bir cüzün mealini
okuyabilirsiniz, ama tefsir üzerinden bunu yapamazsınız. Her gün ancak iki
sayfanın mealini okuyabilecek vaktiniz varsa, meal yerine tefsir okuduğunuzda
günde birkaç ayetten fazlasını okuyamayacaksınız demektir. Kur'ân, bilhassa
ibadet, zikir, kendini inşa, hayatı tanzim etmek gibi maksatlarla okuyanlar
için, bir iki kere okunup bırakılacak bir kitap değil. Az çok belli bir ritm
tutturarak sürekli okunmalı, Kitâb. Tefsir üzerinden senede bir defa
hatmedebiliyorsanız, aynı sene içinde birkaç kere de meal üzerinden hatmetmeyi
denemelisiniz. Bir tefsiri ancak hayatınızda bir defa okuyabileceğinizi
düşünüyorsanız, hiç olmazsa senede bir defa meal üzerinde hatmetmelisiniz.
Tilavet hatmine, anlayarak okuma hatmi de eşlik etmeli.
Meal okumanın insanı yoldan çıkaracağı görüşünü saçma buluyorum. Türkçe meal
okumak bir Türk'ü yoldan çıkaracaksa, anlayışı meal seviyesinin ötesinde olmayan
bir Arap da, metni okuduğu zaman aynı duruma düşecek demektir. Muhkem ve
müteşabih kavramları arasındaki farkı algılayabiliyorsanız, her gördüğünüze bir
hüküm, bir tefsir yakıştırmakta aceleci davranmıyorsanız, kafanızdaki bir
çerçeveye oturtmak için zorlayıp sağa sola çekmiyorsanız, anlamamış
olabileceğinizi, murad-ı ilahi'nin aklınıza gelen husus olmayabileceğini göz
önünde tutuyorsanız endişe etmenize gerek yok Allah'ın izniyle. Tefsir okumanın
yanlış olduğunu da düşünmüyorum. Kaynaklara ve metoda sizden çok daha fazla
hakim, Arap dili bilgisi sizinkinin çok ötesinde bir insanın okumasıyla
kendinizinkini karşılaştırmakla hata yaparsınız. Gördüğünüz kelimenin lugatteki
karşılığını, Arap dilindeki çağrışımlarını, kullanıldığı yerleri bilmiyorsanız,
ayetin nüzul sebebini bilmiyorsanız, açıklayan hadisleri bilmiyorsanız, bir
hayli satıhta kalacaksınız demektir. Elbette tefsir yazanların meşrepleri farklı
olabilir, bir kişinin tefsir adı altında bir kitap tasnif etmesi gerçekten bir
şeyler anladığının, doğru anladığının, yanıltıcı olmadığının garantisi
olmayabilir, ama hangi tefsiri okuyacağınıza araştırma sonucunda karar vererek
bu konudaki mahzurlardan kaçınabilirsiniz. Aksi takdirde satıhta kalmaya razı
oluyorsunuz demektir.
Müfessir olmayan biri, Kur'ân okusa anlayabilir mi? Bu sualin cevabı
anlamaktan ne kastettiğinize bağlı. Hz. Ömer'e mealen şöyle bir söz atfediliyor:
"Hz. Peygamber ve Ebu Bekir Kur'ân hakkında konuşuyorlardı, bir saat dinledim,
bir şey anlamadım." Rivayetin kaynağını hatırlamadığım için, sıhhat derecesini
bilemiyorum, ama en azından anlamanın üst sınırı konusunda bir fikir verebilir.
Beşer idrakinin evc-i bâlâsı Hz. Peygamber, ona nisbetle Emîrülmü'minîn bile
"anlamamış" sayılır. Bu seviyeye ulaşamayacaksak, anlama gayretinden vaz mı
geçmeliyiz? Azamiyi bir tarafa bırakarak, asgariye bakarsak, her seviyedeki
idrak için bir nasip olabileceğini düşünebiliriz. Müfessir seviyesinde değilse
bile, ortalama zeka seviyesine sahip her insan anlayacak bir şeyler bulabilir.
Belki bu anlama, namaz hocası veya ilmihal seviyesindeki bilgisiyle zaten
bildiği hususları aşmayacaktır, ama en azından zikir kavramını kendi gücü
nisbetinde bir bakımdan daha hayata geçirmiş olur.
Anlamanın asgari şartları arasında, mümin olmak veya iyi niyetli olmak var
mı, emin değilim. Ama okuyucu inanmayan biri veya bir "çelişki avcısı" olsa bile
dikkat etmesi gereken husus, anlam bütünlüğü. Kavramları kendi düşünce
sisteminize göre anlamaya çalışırsanız, bol bol çelişki (!) bulursunuz elbette.
Arapça'dan Türkçe'ye aktarma sırasında oluşabilecek anlam kaymalarından çok daha
fazlası, ifadeleri "Kur'ân dilinden" başka bir dile, mesela mantıksal pozitivizm
diline aktarmaya çalışırken ortaya çıkabilir. Bu durumda "çelişki" Kur'ân'a ait
olmayacaktır, sizin çarpıtılmış şekilde kendi düşünce sisteminizde yeniden
ürettiğiniz bütüne ait olacaktır. Rahmet ve lanet kavramları arasında çelişki
gören biri, Rahmet derken ne kastedildiğini anlamamış demektir. Sadece Fatiha'yı
dikkatli bir şekilde okuyan bir kişi bile, çelişki olarak görülen durumun
kitabın mesajıyla, başından sonuna tekrarlanan konularla ilgili olduğunu rahatça
görebilir. Rahman ve Rahim kavramları arasındaki farkı bilmeyen birinin çelişki
yanılgısına düşmesi şaşırtıcı değil. "Sistemi" kendi bütünlüğü içinde kavramaya
çalışmayan biri, "Ed-Dârr/ En-Nâfi'" ve "El-Afüvv/ El-Müntekîm" isimleri
arasında da çelişki olduğunu sanabilirdi.
Ezcümle okumanın da, anlamanın da türlü türlü şekli var ve herkesin alacağı
kendi nasibi.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder