29 Eylül 2012 Cumartesi

Kur'ân, Okumak ve Anlamak Üzerine

kaylule kıraathanesi, 24.12.2007

Ahir zaman fuleseyfleri ve allâmeleri tarafından temcit pilavı misillû tartışılan bahislerden biri Kur'ân-ı Kerîm'in okunması ve anlaşılması meselesi. Bazı gün "Arapça okunması" olur gündem, bazı gün "Türkçe okunmasın." Bazen biri çıkar çelişki (!) bulur, hemen bir diğeri "müfessir olmayan anlamaz" makamından cevâbı yapıştırır. Görülen o ki hem inananların, hem inanmayanların kafası karışık bu konuda. "Vergiden bahsediyor, niye ağlıyorsunuz?" tarizleri, "meal okumayalım itikadımız bozulur" sakınmalarına ekleniyor, kavga gürültü eksik olmuyor, yine de bir neticeye varılamıyor. Okumanın da, anlamanın da türlü türlü anlamı var, ceffelkalem bahsi halletmeye kalkmasak belki bir orta yol bulmak daha kolay olacak.

Okumaktan başlayalım. Kimine göre Arapça bilmeyen birinin Arapça metni okumasında bir mânâ yok. Kimine göre meâl eksik olduğu için okunmamalı, ancak tefsir okunmalı. Kimine göre tefsirlere bağlanmak sakıncalı, meâl okumalı. Burada farklı okuma türlerinin birbirine karıştığını görüyoruz. İbadet maksadıyla okumak, tilavet etmek ve öğrenmek, düşünmek için okumak, özellikle Arapça bilmeyen biri için, din ilimlerinde vukufu olmayan biri için birbirinden ayrı mütalaa edilmesi gereken işler. Mukaddes kelâmın nazil olduğu şekilde okunmasının ibadet olarak yeri ve önemini tartışma lüzumu duymuyorum. Kur'ân okumak bir ibadettir ve Kur'ân kelimesi, sadece Arapça orijinal metin için kullanılır, bunu kıraat etmek ibadettir, tek kelime anlamasanız bile. Ancak diğer türlü okumada da metni aslından takip etmek önemli. Metni kendi bütünlüğü içinde takip etmek istiyorsanız, tam olarak hangi kavramların zikredildiğini bilmeniz gerekir, kavramları yerlerinden kaydırmadan takip edebilmek için de "orijinal terminoloji" gözden kaçırılmamalı. Aklî ilimlerden tanıdığımız terim sorunundan çok farklı değil herhalde buradaki durum. Her disiplinin kendi terim kadrosu vardır, bunlar kendi içlerinde bir bütünlük teşkil ederler. Terimlerin çoğu zaman vaz' edildikleri dilin dışındaki dillerde karşılığı yoktur veya karşılık gelen kelimeler farklı çağrışım hâleleri taşıyabilirler, anlam sistemindeki koordinatları farklı olabilir. Bu yüzden nomenklatürün bir dilden bir başka dile aktarılması çok büyük gayret isteyen ve yetersiz kalabilen bir çalışmadır. Bilgisayar ve internet terimlerinin Türkçeleştirilmesindeki sıkıntılar örnek olarak gösterilebilir. Kavramlar ancak ait oldukları paradigma içinde anlamlıdır ve anlam kaymalarından korunmanın en emin yolu orijinal terminolojiyi takip etmektir. Arapça bilmeseniz bile, elinizdeki meali Arapçasıyla karşılaştırarak okumanız, anlama açısından oldukça faydalı bir iştir.

Meal okumanın mahzurlu olduğu fikrine katılmıyorum, aksine gerekli olduğunu düşünüyorum, elverir ki şartlarına riayet edilsin. Meal okumak gerekli, tefsir okumak bunun yerini tutmaz. Çünki isterseniz her gün bir cüzün mealini okuyabilirsiniz, ama tefsir üzerinden bunu yapamazsınız. Her gün ancak iki sayfanın mealini okuyabilecek vaktiniz varsa, meal yerine tefsir okuduğunuzda günde birkaç ayetten fazlasını okuyamayacaksınız demektir. Kur'ân, bilhassa ibadet, zikir, kendini inşa, hayatı tanzim etmek gibi maksatlarla okuyanlar için, bir iki kere okunup bırakılacak bir kitap değil. Az çok belli bir ritm tutturarak sürekli okunmalı, Kitâb. Tefsir üzerinden senede bir defa hatmedebiliyorsanız, aynı sene içinde birkaç kere de meal üzerinden hatmetmeyi denemelisiniz. Bir tefsiri ancak hayatınızda bir defa okuyabileceğinizi düşünüyorsanız, hiç olmazsa senede bir defa meal üzerinde hatmetmelisiniz. Tilavet hatmine, anlayarak okuma hatmi de eşlik etmeli.

Meal okumanın insanı yoldan çıkaracağı görüşünü saçma buluyorum. Türkçe meal okumak bir Türk'ü yoldan çıkaracaksa, anlayışı meal seviyesinin ötesinde olmayan bir Arap da, metni okuduğu zaman aynı duruma düşecek demektir. Muhkem ve müteşabih kavramları arasındaki farkı algılayabiliyorsanız, her gördüğünüze bir hüküm, bir tefsir yakıştırmakta aceleci davranmıyorsanız, kafanızdaki bir çerçeveye oturtmak için zorlayıp sağa sola çekmiyorsanız, anlamamış olabileceğinizi, murad-ı ilahi'nin aklınıza gelen husus olmayabileceğini göz önünde tutuyorsanız endişe etmenize gerek yok Allah'ın izniyle. Tefsir okumanın yanlış olduğunu da düşünmüyorum. Kaynaklara ve metoda sizden çok daha fazla hakim, Arap dili bilgisi sizinkinin çok ötesinde bir insanın okumasıyla kendinizinkini karşılaştırmakla hata yaparsınız. Gördüğünüz kelimenin lugatteki karşılığını, Arap dilindeki çağrışımlarını, kullanıldığı yerleri bilmiyorsanız, ayetin nüzul sebebini bilmiyorsanız, açıklayan hadisleri bilmiyorsanız, bir hayli satıhta kalacaksınız demektir. Elbette tefsir yazanların meşrepleri farklı olabilir, bir kişinin tefsir adı altında bir kitap tasnif etmesi gerçekten bir şeyler anladığının, doğru anladığının, yanıltıcı olmadığının garantisi olmayabilir, ama hangi tefsiri okuyacağınıza araştırma sonucunda karar vererek bu konudaki mahzurlardan kaçınabilirsiniz. Aksi takdirde satıhta kalmaya razı oluyorsunuz demektir.

Müfessir olmayan biri, Kur'ân okusa anlayabilir mi? Bu sualin cevabı anlamaktan ne kastettiğinize bağlı. Hz. Ömer'e mealen şöyle bir söz atfediliyor: "Hz. Peygamber ve Ebu Bekir Kur'ân hakkında konuşuyorlardı, bir saat dinledim, bir şey anlamadım." Rivayetin kaynağını hatırlamadığım için, sıhhat derecesini bilemiyorum, ama en azından anlamanın üst sınırı konusunda bir fikir verebilir. Beşer idrakinin evc-i bâlâsı Hz. Peygamber, ona nisbetle Emîrülmü'minîn bile "anlamamış" sayılır. Bu seviyeye ulaşamayacaksak, anlama gayretinden vaz mı geçmeliyiz? Azamiyi bir tarafa bırakarak, asgariye bakarsak, her seviyedeki idrak için bir nasip olabileceğini düşünebiliriz. Müfessir seviyesinde değilse bile, ortalama zeka seviyesine sahip her insan anlayacak bir şeyler bulabilir. Belki bu anlama, namaz hocası veya ilmihal seviyesindeki bilgisiyle zaten bildiği hususları aşmayacaktır, ama en azından zikir kavramını kendi gücü nisbetinde bir bakımdan daha hayata geçirmiş olur.

Anlamanın asgari şartları arasında, mümin olmak veya iyi niyetli olmak var mı, emin değilim. Ama okuyucu inanmayan biri veya bir "çelişki avcısı" olsa bile dikkat etmesi gereken husus, anlam bütünlüğü. Kavramları kendi düşünce sisteminize göre anlamaya çalışırsanız, bol bol çelişki (!) bulursunuz elbette. Arapça'dan Türkçe'ye aktarma sırasında oluşabilecek anlam kaymalarından çok daha fazlası, ifadeleri "Kur'ân dilinden" başka bir dile, mesela mantıksal pozitivizm diline aktarmaya çalışırken ortaya çıkabilir. Bu durumda "çelişki" Kur'ân'a ait olmayacaktır, sizin çarpıtılmış şekilde kendi düşünce sisteminizde yeniden ürettiğiniz bütüne ait olacaktır. Rahmet ve lanet kavramları arasında çelişki gören biri, Rahmet derken ne kastedildiğini anlamamış demektir. Sadece Fatiha'yı dikkatli bir şekilde okuyan bir kişi bile, çelişki olarak görülen durumun kitabın mesajıyla, başından sonuna tekrarlanan konularla ilgili olduğunu rahatça görebilir. Rahman ve Rahim kavramları arasındaki farkı bilmeyen birinin çelişki yanılgısına düşmesi şaşırtıcı değil. "Sistemi" kendi bütünlüğü içinde kavramaya çalışmayan biri, "Ed-Dârr/ En-Nâfi'" ve "El-Afüvv/ El-Müntekîm" isimleri arasında da çelişki olduğunu sanabilirdi.

Ezcümle okumanın da, anlamanın da türlü türlü şekli var ve herkesin alacağı kendi nasibi.

Hiç yorum yok: