29 Eylül 2012 Cumartesi

İstirahat Buyurun

kaylule kıraathanesi, 21.06.2007

Arz sırtımda, sema omuzlarımda, Atlas kim ki, Sarı Öküz ne ki, hepsinin yükünü ben taşıyorum.

Daireye gelmişim sabahın erken vakti, içeri girmeden bir duble cafehanede demlenmişim, lebsûz tarafından. İki de cigara zıkkımlanmışım üzerinize afiyet. Bir duble de dairede, masamda nûş etmişim, sallama poşet usulüyle. Postaları, gasteleri tetkik etmişim, işe başlamışım bir ucundan, lakin başladığım uçta kalmışım. Gönlümde bir asmalı çardak hayali, bir poşet daha sallamışım seramik kupaya, kendime beş dakika daha istirahat vermişim. Lakin beş dakikada bir yazı yazılmaz, iş güç desen bileşik faizli vaziyette yığılmış durumda. Eh artık, her teneffüse bir paragraf düşürmeye bakmak gerek.

Haçan diyesinuz ki niye yorgunum? Orası uzun hikaye, hiç deşmeyelim. Hem kime ne, benim hangi eklemimde hangi ağrı, hangi ek yerimde ne çeşit bir sızı var... Söylesem şikayet olur bir kere, hamdetmek gerek. Lafın gelişi değil, şöyle latif bir sabah vakti, kim bilir nerede kimler nelerin ızdırabını çekiyorken, masamın başında kurulmuş işten kaytarıyorum. Şımarıklığın lüzumu yok. Eyi o zaman ne anlatacağım ben size? Kendi hikayemi anlatmak yerine, sizin hikayenizi anlatacağım demek isterdim, lakin boyumdan büyük bahisleri büyüklerimize bırakmakta faide mülahaza ediyorum, bende-i fakir bir tıfl-ı ebcedhân iken, nerede insanlara kendilerini anlatmak, babamız Adem aleyhisselam'dan beri sürüp giden hikayelere selam çakmak? Şımarıklığın lüzumu hâlâ yok. Beş dakikayı geçirdik, iki paragraf oldu bu arada. Henüz konuya girebilmiş değiliz. Tahmin ettiniz tabii, ben de bilmiyorum ne yazacağımı, yazasım geldi sabah sabah, artık ne çıkarsa bahtınıza.

Efendim yorgunluğun tarihi, çalışmayla başlar. Ma’lûm-ı âlîleri olduğu üzre çalışmayan yorulmaz. Fakat çalışmak deyince öyle dar mânâda anlamamak gerek, gayret etmesi var bu işin, çabalaması var bir de. Misal şu anda klavyemin sol tarafında duran raporun özetini çıkarıyor olsaydım, çalışkan bir memur sayılacaktım. Buna gayret etmek denir. Halbuki abd-i âciz, şu esnada çalışmaktan ziyade, çalışmaya çalışıyorum. Raporun ilk satırlarına baktım mesela, bakmakla kalmayıp okudum bir de. Ha, ne anladım derseniz, henüz işin orasına gelmedik. Bakınız tekrar bakıyorum, lakin aklım fikrim pikniğe gitmiş, anlamak ne mümkün? İlerleyen saatler boyunca, raporla bakışmamız bekleniyor. Lafı uzatmayalım, buna da çabalamak denir. Bilcümle ehl-i vicdânın teslim edeceği gibi, tenbeller aslında daha çok enerji harcamaktadır. Ben yorgun olmayayım da kimler olsun?

Çalışmak için müsait vasatı temin etmenin şartlarından biri de, kafanıza takılan hususları bertaraf etmektir. Söyleyin dostlar, şu dosyaları arşive ne zaman götüreceğim fikri zihnimi meşgul ederken, ben bu rapordan bir şey anlayabilir miyim? Demek ki ne yapmak lazım? Raporu bir yana bırakıp arşive yollanmak ve zihni bu parazit yayından kurtarmak lazım. Yolda bir cigara daha tellendirir, dönüşte kantinden bir adet instant gayfe de alırsam, zihnimi o yayınlardan da kurtarmış olurum, bir taşla üç kuş. Ha gayret…

***

Bakınız, dosyalar yerinde artık; nikotin, kafein, glikoz gibi mühim kan değerlerimizi de yükselttik, dünya daha güzel bir yer oldu. Öğle yemeğine çıkmadan evvel iki buçuk saatimiz var, bu kadar zamanda ne çok işler başarabiliriz, bilemezsiniz. Lakin işe dönmeden şu yazıyı bitirelim de, siz de rahat edin, ben de. Yorgunluk çalışmayla başlamıştır dedik, çalışma da ceddimizin Cennet’ten Dünya’ya gönderilmesi ile başlamıştır. Dalbastı kirazlar, kâfûrlu içecekler gibi nimetlerle dolu bir mekandan, yeryüzüne intikal edince, nev’-i beşer, avcılık, toplayıcılık, çiftçilik, işçilik, memurluk gibi meslekler edinmiştir. Anlaşılacağı üzre çalışmak keyfi olmaktan ziyade zaruret neticesidir. Ter döktüğünüz saha size bir şey kazandırmıyorsa, paşa gönlünüzün fermanı mucibiyse, ona hobi derler. Yorulmaktan ziyade dinlenmeye yarar. Çalışmak ise ihtiyaç karşılamak gayesine matuftur. Yiyecek, içecek, giyecek, barınak yahut itibar gibi ihtiyaçlar bu meyanda zikredilebilir. Hepsini anladık da itibar ne ola ki demeyin. Hırs denen illetle malul kişiler için beynennas muteber olmak ilaç gibi bir şeydir. Bir de Cenab-ı Hakk’ın rızasını kazanmak gibi bir temel insan ihtiyacı vardır ki, çalışma alanlarının en mühimi ve en kazançlısı da odur, lakin bu yazıda biz daha ziyade dünyevi hususlara temas etmeyi düşünmekteyiz.

Çalışmak zaruret neticesidir, ancak bu sebeple neticesini bağlayan vasıta, ortada bir mücbir bulunmasıdır. Doğrudan açlık, susuzluk gibi haller olabilir bunlar, veya piramit inşaatındaki işçileri kırbaçlayan usta başı, devam ettiğiniz dairenin müdürü gibi dolaylı vasıtalar da olabilir. Müdür kelimesinin mendebur kökünden geldiği tahmin edilebilirse de, hatalıdır. Müdür idare ve daire ile müştaktır. İşleri çekip çeviren kişidir. Amma doğru çevirir, amma eğri çevirir, orası ayrı. Müdürün vazifesi sa’yinizi vicdanınıza bırakmamaktır. İcap görürse işgüzarlık etmekten çekinmez, pösteki saymak gibi uzmanlık alanınıza giren vazifeleri bulup çıkarır. Ne yapıp ettiğinizi gözetler, boş bırakmaz. Lakin müdür dediğiniz de bir insandır neticede, her dakika tepenizde dikilemez. Arada bir fırsatı ganimet bilip arkanıza yaslanabilirsiniz.

İnsan çok çalışınca tatile hak kazanır efendiler. Tatiller ikiye ayrılır: yaz tatilleri, kış tatilleri. Bunların yaz aylarında yapılanı makbuldür. Hafta sonu tatili, bayram tatili gibi türleri de bulunmaktadır, bunlar bilinen hususlar, hepsini sayıp dökerek vaktinizi heba etmeme gerek yok. Esasen bahsi geçen raporun ilk cümlesini de henüz anlayabilmiş olmadığımdan elimi çabuk tutmam lazım. Tatilin en mühim vasfı, amudî vaziyetten ufkî vaziyete geçmenize imkân tanımasıdır. Halk arasında buna yatmak tabir olunur. Zamane ahalisi yatma hususunu icra içün derya sevâhiline, kumsallara gitmeyi tercih ederler ki, yerine göre o da bünyeye iyi gelebilir. Lakin en mahbûbu ağaçlar arasında, suları akan, yemyeşil bir yerde uzanmaktır. Bu esnada zihni yormayan kitap ve mecmualar kıraat edilebilir yahut ufkî vaziyette bulunmanın hakkı verilerek ufka nazar ederek tefekküre dalınabilir. Hafiften kaylûle etmek, uyku ile uyanıklık arasında bitmeyen bir Cennet tatilini düşlemek de imkân dâhilindedir. Bu esnada tükenmek bilmeyen dünya gailesini hatırlayıp kaygılanmak abestir. Tatilin tadını çıkarmak gerekir ki, bünye iyice kendine gelmeye fırsat bulsun, daha çok çalışmak yoluyla daha da çok tatile hak kazanmak kolaylaşsın, vehimler uçup gitsin, arzı da semayı da kimin yerinde tuttuğu hatırlansın, bunca yükü nasıl taşıyacağım endişesi aradan çekilsin.

Dağlar uzanıyor ufukta, mordan maviye, sıra sıra, heybetli. Yamaçlarında çiçekler açıyor, renk renk. Ağaçlar rüzgâra yapraklarıyla el sallıyor, kimisi huşu içinde salınıyor. Sular akıyor çağıl çağıl, buz gibi. Kuşlar cıvıldıyor. Güneş sırtları ısıtıyor, eklemleri gevşetiyor. Çocuklar hoplayıp zıplıyor neşe içinde. Eşiniz, dostunuz yanı başınızda, sohbetler demli. Yiyecek, içecek, canınızın çektiği gibi, canınızın istediği kadar. Leziz yağmurlar yıkayıp geçiyor, bâğ ü bostânı, alâim-i semâ tebessüm ediyor. Her yerde kudret, kerem, rahmet, letâfet ve cemâl tecellîleri… Başınızın üzerinde titreşen yapraklar, semâ sâhifesine büklüm büklüm yazılar, tasvirler resmediyor, hatırlayamasanız da hiç unutmadığınız bir hikâyeyi anlatıyor; aralarından süzülen ışık hüzmeleri yaprakları tasdik ediyor. Uykudan tatlı bir uyanıklıkta mest olmuşsunuz, gözlerinizi yumup dinleyin huzur dolu fısıltıları. Yerinizde, yurdunuzdasınız; ehlinizin arasındasınız, daha neler var, söze gelmez, kapatın gözlerinizi, gönlünüzü açın…

Bugün senenin en uzun günü efendiler, arkanıza yaslanın, bir lahza istirahat buyurun.

Hiç yorum yok: